Pazar, Aralık 04, 2016

GÜLNAZ VE GÜLFİDAN

Gülnaz
                                                   GÜLNAZ VE GÜLFİDAN
        Yanlış hatırlamıyorsam Aristo’nun bir cümlesiydi. “Evlilik iyidir, hoştur. Hele çok iyi huylu, mutlu biri olursa siz de mutlu olursunuz ve ileride şair olursunuz, fakat kötü biri olursa benim gibi filozof olursunuz.”

Bu dünyada ne kadar filozof ve ne kadar mutlu insan vardır bilinemez ama yaşamda bu tarz sorgulana sürekli yapılagelmiştir. Her insan da mutlaka yaşamında defalarca kez sorgulamıştır.
Hasan’ın çocukluk dâhil yaşamı hep sorumluluk ile geçmiştir. Genel olarak değerlendirildiğinde kendi kendinin sorumluluklarına ilave olarak mutlaka başka bir varlığın sorumluluğunu bazen zorunlu bazen de kendi isteğiyle ilave olarak yüklenmiştir. Her zaman da başka sorumluluklar ağır basmıştır. 
Aile yoksul, çiftçilikle geçimini temin eder, bir çift öküzleri, bir eşekleri, birkaç keçileri vardır. Tarım yaptıkları, kıraçta olsa arazileri çok sayılmaz. Yaşadıkları yer dağ eteğinde yaklaşık sekiz yüz nüfuslu bir köydür. Genelde köyde insanlar ufak tefek farklılıklarla birbirine benzer. Köy bahar aylarında yeşilin her tonuyla bezenir, en sıcak aylarda bile insanı boğmayan bir sıcaklık olur. Bir şiir de bahsedildiği gibi, “karşıda görünen beyaz dişli siyah kümeye köy derler.” İfadesi tam tanımdır.  Genellikle toprak dam örtü ve taş duvar örgü olarak doğal yapı malzemelerinden yapılmış renk tonu olarak gri ve siyaha yakın tonlardır. Farklı renk tonu olarak dış ön cephelerde ahşap kullanılır. Bu nedenle uzaktan bakıldığında siyah bir küme olarak algılanır. İnsanların yaşamı hep doğa ile mücadeleden geçer. Doğa acımasızdır. Doğa ya düşmanlık edemezsiniz, barışık yaşamak zorundasınız.






Hasan ve ailesi de doğa ile mücadele içinde yaşam sürdürmeye çalışıyor.  Her zamanda doğanın kuralları içinde kalıyorlardı bu bilinçli bir tavır olmayıp bir tür zorunluluklardan kaynaklanıyor. Bazen seller bazen yıldırım, bazen de sıcaklık, zirai hastalıklarda cabası.
Hasan bu yaşamın bir parçası olarak kendince düşünüp kendi çapında mücadelelerini veriyor. Ve aile yaşamına katkıda bulunuyor. Bir şikâyeti var gibi görünmüyor. Bazen üzüntülü bazen sevinçli yaşayıp gidiyor.
Dört yaşlarında bir gün farklı bir durum gelişti, bir erkek kardeşi daha geldi dünyaya. Çok şaşkındı. Bir türlü anlayabildiği bir durum değildi. Kimseler de bir şey anlatmıyordu kardeşi için. Ne yapmalıydı, neler olacaktı. Her şey doğaçlama gelişecekti.  Zaten yaşamları doğaçlama devam ediyordu. Ailesinin mücadeleleri fark edilir bir şey değiştirmiyordu.
Bebeğe Recep adı verilmişti. Bazen İrecep, bazen de Recep oluyordu.  Hasan’a göre her zaman İyecep’ ti.
Recep bir yaşını doldurmak üzere ve Hasan’ın Recep üstünde ki sorumlulukları artmaya başladı. Tarlalarda çalışılırken Ana’sı Recep’i emzirir altını temizler ve Hasan’ın sırtına - yünden el örmesi olan bir kolan (üç, beş cm genişliğinde yarım cm kalınlığında renkli yün el örgüsü) ile -sararlar ve Hasan bir daha dinlenme aralığına kadar Recep’i gezdirirdi, çoğu zaman.
Hasan yaşamı ve kendi hayatını kendine has gözlemlerine göre sorgular, başkalarının yaşamıyla kıyaslar kendine göre sonuçlar çıkarırdı. Derken kardeşi Recep büyüyüp koşturmaya başladı, birlikte oyunlar oynayıp eğleniyorlardı, kimseye yük olmadan. Aile zamanının büyük bir çoğunluğunu arazide geçirir bazen de eve geç geldikleri olurdu. İşler bitmiyordu bazen, yarına kalmasın diye karanlığa kadar çalışmak zorunluluğu hissederlerdi kendilerinde. İki küçük çocuk bu durumu bir türlü anlayamaz kendilerine göre olumsuzluktu. Böyle zamanlarda bir yerde uyuya kalırlar ve işlerini bitiren veya yarım bırakmak zorunda kalan ailesi onları arar bulur uyandırırlardı. Köye kadar olan yolculuklarını eşek sırtında da olsa uyuklayarak geçirirlerdi.
       Yıllar böyle devam etti. Okul çağına gelen Hasan okula yazıldı, yaşamına farklılık gelmişti; yeni şeyler öğrenmeye başlamıştı. Bir gün öğretmenleri okulun önüne topladılar herkesi ve merak içindelerdi. Neden toplanıldığını bilmiyorlardı ve hiçbir öğretmende söylememişti. Beklediler bir süre ayakta. Bir öğretmen geldi, merdivenlerin en üst basamağına çıkarak anlatmaya başladı, öğretmen konuşurken bir tane de sandık kadar büyük bir radyo koydular yanına. “Çocuklar, bu gün önemli bir gün dünyada,  Amerika Milli Havacılık ve Uzay Dairesi tarafından fırlatılacak olan  Apollo-9 uzay aracıyla ay yüzeyine inmeye çalışacaklar, sizin anlayacağınız, insanlar Ay'a gitmeye başlayacak, biraz sonra radyodan, fırlatırken yapılan konuşmaları duyacaksınız. Şimdi gürültü yapmadan sıralarınızda bekleyin, ihtiyacı olanlar çabuk gidip gelsinler” dedi. Bir uğultu başladı sıralardan. Sıradaki toplam öğrenci sayısı kırk kadardı. Aradan on on beş dakika geçmeden radyodan cızırtılar geldi ilk anda ve bir süre sonra netleşti. Sesleri net duyabiliyorduk, herkes nefesini tutmuş konuşmaları dinliyordu. Geri sayım başlamıştı. Bir süre sonra araç fırlatıldı, gökyüzüne doğru çıkan küçük bir araba gibi düşünüyordu Hasan, araba yuvarlak hatlı ve burnu sivri olmalı ki daha hızlı gidebilsin; aksi halde rüzgâr karşı gelir ve hızını keser diye geçiriyordu kafasından. Bir taraftan da korkmaya başlamıştı, gökyüzüne baktı istemeden “ya taş fırlatırlarsa oradan, işeyip sıçarlarsa tepemizden” deyiverdi bir anda ve yanındaki arkadaşı dürttü Onu “sessiz ol” diye, anlamamıştı ne dediğini. Fırlatma kulesi ile füzedekiler arasındaki konuşma duyuldu bir süre sonra ve kısa bir süre sonra da topluluk dağıtıldı. Teneffüs arası verilmiş oldu. Tekrar derslere girilecekti ardından.
       Okul sonrası eve geldiğinde Recep’e anlattı durumu, çok heyecanlanmıştı kardeşi de bu durumu duyunca. “Abi taş atarlarsa ne yapacağız?” dedi bir an korkuya kapılarak. Sonra babasına anlattılar birlikte. Anneleri de yanlarındaydı. Önce annesi ve babası inanmaz gibi oldu, sonradan “tamam tamam” diyerek gönlünü almıştı babaları her ikisinin de. O gün uyuduğunda, Receple birlikte beyaz bir at sırtına binmişler evlerinin üstünden uçarken görmüştü rüyasında Hasan. Rüyasını anlattı kalktığında ocakta ekmek yapan Annesi’ ne. “ ömrünüz uzayacak yavrum, Allah uzun ömürler versin İnşallah” dedi sevgiyle dolu gözleriyle ona bakarak. “haydi, ellerini ve yüzünü yıkayıp gel yağlı ekmek yapayım sana, ye de git sıcak sıcak” dedi.
       O dinlediği radyo çok şey değiştirdi kafasında. Merakları arttı. Gezegenler, başka gezegenlerde yaşayanların olup olmadığı, füzeler ve daha birçok şeye merak sarmaya başladı. Arada bir derslerde öğretmenine bir şeyler soruyor sınıf gülüyordu sorduğu sorulara ve öğretmen sınıfı susturup anlatıveriyordu sorduğu konuyu. Öğretmeninin de dikkatini çekti bu durumu kısa süre içinde.  Kitap okuması kısa sürede çok artmıştı. Kendi kendine de karar vermişti zaten, okul kapanınca da bulup okuyacaktı kitaplardan, isterdi başka okullarda okuyan büyüklerden; vereceklerinden emindi. Öyle de yaptı. Okul kapanınca inek otlatmaya gittiğinde her gün kitabı oldu yanında ve ineğiyle buzağısını geniş bir araziye götürüp salıveriyordu ve başlıyordu okumaya, bazen dalıyordu ve inek başkalarının bahçesine girip zarar veriyordu. Bu yüzden tokat da yemişti babasından. Olsun önemsemiyordu tokatı ama aynı şey kendi bahçelerine de yapılsa kendisi de kızardı; onun için dikkat etmeliydi Gülnaz ve Gülfidan’a. İneği ve buzağının adıydı bunlar. İneğin adını Gülnaz, yavrusuna da Gülfidan adını koymuştu. Gülfidan da dişiydi ve onun da yavruları olacaktı büyüyünce. Oynaşıyorlardı bazen.
apollo,akan-zaman, ben, halil
Gülfidan
       Sıcak bir temmuz günü yine Gülnaz ve Gülfidan’ı salmış araziye kitap okumaya başlamıştı. Öğle zamanı geldiğinde Gülnaz bağırarak koşturmaya başladı çam ağaçları arasına doğru ve Gülfidan da arkasından. Ne olduğunu anlayan Hasan da kalkıp koşturmaya başladı arkalarından kaybetmemek için. Gülnaz’ı büğelek-bir tür iri sinek- sokmuştu. Canı yanan hayvan da koşturuyordu can havliyle. Yardım isteyebileceği kimse yoktu etrafta ve kendisi de yakalayamıyordu, arkasından koşturmak dışında bir şey gelmiyordu elinden; koşturdukça da bitkinleşiyor nefes nefese kalıyordu. Gülnaz ormana dalınca biraz sakinleşti, kalın çam gövdesine sürünüyor, böğürüyor bazen de çitme atıyordu. Gülfidan’ı yakalamak geçti bir anda aklından ve annesinin yanında duran buzağıya doğru yaklaştı yavaş yavaş. Gülfidan’ı boynundan sarılarak yakaladı, sürükleniyordu Gülfidan kaçmaya çalışırken; sımsıkı sarıldı boğazına, bırakmadı bir süre. Kendi canı da yanmıştı bir şekilde ve Gülfidan’a kızmıştı. Birkaç yumruk vurdu kafasının ortasına. Sağ elinin yüzük parmağı ağrımaya başlamıştı. Gülfidan sakinleşmeye başladı bir süre sonra ve beklediler bir süre. Gülfidan’ın anası yanlarına doğru geliyordu, bunu gören Hasan sevinmeye başladı. Doğru düşünmüştü “hangi ana yavrusunu bırakır ki?” dedi Gülfidan’ın yumruklanan başını öperek. Anası yavrusunu bırakmıyordu. Bir süre bekleyip orman içinden çıkıp gittiler çayırlığa. 

Halil GÖNÜL / Aydın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.