Salı, Aralık 13, 2016

SOHBET


zaman, akan, arşın, düşünmek,
Sohbet

                   SOHBET

            Elini şakağına dayamış “düşünmek, düşünmek” diye sayıklamaya başladı çay bardağını masanın üzerine koyarken. Gözleri kısık ileri doğru bakıyordu. Ben de baktım baktığı yöne ama ilginç bir şey göremedim bir türlü. Daha dikkatli baktım o devam ederken bakmaya. Yoktu görebildiğim bir şey. Yalnızca gelip giden insan seli vardı geniş kaldırımlarda. Çifter şeritli geliş ve gidiş yönünün her iki yanında geniş yaya kaldırımı ve şehir içi otobüs durağı vardı karşıda görünen. Benim gördüğümdü bunlar yalnız. O neler görüyordu da o kadar dikkatli bakıyordu merak edip yavaşça yanaştım yanına.



               İzin isteyip oturdum yanı başına. Elini kaldırdı hemen, oturduğumu görünce ve “iki kahve” dedi bana sormadan. Misafirperverliğine saydım bu davranışını. “Ben söylemek isterdim aslında” dedim utangaç bir halde. “Ne fark edecekti, seninki daha mı farklı olacaktı, öyleyse eğer, hemen söyle?” Dedi gülümsemeye başladı gözlerimin içine bakarak. Sıcak bir gülümsemesi vardı beni kendine çeken. “Yan masada oturuyordum, yalnız olduğunuz dikkatimi çekti bir süreden beri, ben de yalnızdım!” dedim gözlerinin içine bakarak. Anlamıştı cümlemin geri kalanını. “Sohbet etmek istedin, yalnız sıkıldığın için” diye devam etti. Başımı sallamakla yetindim doğrulamak için. Ne yalan söyleyeyim sıkılmıştım epeydir otururken.
            Kahveleri bıraktı kıvırcık saçlı kara kuru delikanlı. Suratı biraz asıktı ama olsun varsın, bir sorunu vardır herhalde! Benim garsona dikkatli baktığımı fark etmiş olmalı “Suratı asık masıktır ama sıcakkanlıdır kerata” dedi başını biraz önce baktığı yöne çevirerek. Sesi değişti gibi geldi o anda bana. “Yaşın kaç bey amca?” dedim olabildiğince yumuşatarak sesimi. “60 kusur” dedi. Donuklaştı suratı birden. “Asır dedikleri nedir ki? İşte geçti yarım asırdan fazlası” dedi arkasından derin bir iç çekti. Bana bakıyordu iç çekerken. Kahvesinden üfleyerek bir yudum aldıktan sonra “Şu kalabalığı görüyor musun?”  Baktım Onun baktığı tarafa “Görüyorum!” dedim bir anlam veremeden. Her gün, her saat görünüyordu o ve onun gibi kalabalıklar.
             “Benim ilgimi çekmiştir oldum olası bu kalabalıklar, hele bir de yukarıdan seyretmek daha da ilginç gelir bana. Neredeyse yıldızlara çıkıp oradan seyretmek isterim bazen” dedi eliyle gökyüzünü işaret ederek. “Minare olsa da idare eder” dedi arkadan gülmeye başladı. Ben de gülümsemeye çalıştım bozuntuya vermeyerek. Demek istediğinin ne olduğunu anlayamamıştım. Anlamadığımı belli etmemeye çalışırken “Her birinde bir dünya gizlidir o kalabalığın içindekilerde seninki benimki gibi. Bazıları alaca karanlık, bazıları apaydınlık, bazıları da zifiri karanlıktır, sen fark ettin mi hiç?” dedi kendinden emin bir tavırla. Çok iddialı konuşuyor diye geçirdim içimden bir an. Ancak dinlemeye karar verdim söylemek istediklerini.
             “O kalabalıklarda gördüğün tüm insanlar yalnız hem de yapayalnız olduklarını bilmiyorlar belki de çoğu hiç bilemeden göçecek bu dünyadan” dedi. Gözleri o kalabalıklardaydı sürekli. Beni bile unutmaya başlamıştı belki de. Arkama yaslandım hem ona hem de kalabalıklara bakmaya başladım ben de. “Nasıl yalnız hem de yapayalnızdı bu insanlar?” 
            “İnsanların işi gücü vardır genellikle. Geçimini sağlamak için, hobi olsun diye falan filan. Ama uğraştıkları mutlaka bir durum vardır. Zaman öldürürler öylece. Oldum olamadım, doydum, aç kaldım hikâyeler hep aynıdır onlarda. Olanında da olmayanında da değişmez bu durum. Bir türlü yetiremezler ellerindekini, hep fazlasını isterler olanından. Doyumsuzdur senin anlayacağın insan denilen yaratık. Ne demişler? “Babası oğluna bağlar bağışlamış, oğlu babasına bir salkım üzümü çok görmüş.” Atasözü dediğimiz cümleler çok hoşuma gider benim oldum olası. "Halep oradaysa arşın burada." Anlatamadığın şeyleri bir çırpıda anlatıverirler. Hep yaşanmışlıklardan damıtılıp gelmiştirler bu güne kadar. Yazanı çizeni de olmamıştır onların ama yaşamaya devam ederler, devam edeceklerde. İnsanların hafızası çabuk dolup boşalıyor sel taşkını gibi. Ama zamanın hafızası çok güçlü, unutmuyor hiç bir şeyi. Doğanın demek daha doğru belki de. Ben kendimden bakıyorum da bazen aynı o kalabalıklardaki insanlar gibiyim. Üzerimde kılık kıyafetim, yürüyüşüm, hal ve hareketlerim bellidir yalnızca. İçimi kimse bilemez. Her şeyini, her düşündüğünü açabildiği bir kişi var mıdır acaba insanların? Öyle sananlar vardır belki. Karısı? Arkadaşı? Çocuğu? Ya da herhangi bir yakını? Açsan, açtığın kişi kırılabilir, açmasan açamamışsındır içinde kalır. Bir gün gelip çevrendekiler, bir bir yok olup uzaklaşırlar. Aradan geçen zaman aleyhine çalışır geride kalanın. Durumlar değişmiştir bir süre sonra. Roller de değişmiştir farkına varmadan. Küçükler büyük, büyükler de küçük olmuşlardır. Beklentin varsa eğer gelecekten, iyi hesaplamalısın.
            Ara sıra düşünmeyi düşünmeye çalışıyorum da kafam bulanıklaşıveriyor birden. ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ demiş ya hani bir düşünür. Gençliğimde benim de hoşuma gitmişti bu söz ama ihtiyarlıkta gördüklerimden sonra tersini düşünmeye başladım. Düşündükçe yok olduğumu anlıyorum. Her şey ters gelmeye başladı. Ayak mı uydurmakta zorlanıyorum acaba çağa? Fark edemediğim kadar hızlı mı çağ değiştiriyoruz? İleri mi gidiyoruz, geriye mi? Pek anlayamaz oldum ihtiyarlayınca.
            Şu dünyaya baksana, insanların birbirine yaptığına. İlerlemiş olsak bunları yapmamalı insan dediğin, insana. Savaşlar, siyah, beyaz, gri, mor, kızıl... Daha nice renk tonlarında ayrılmışlar İnsanlar, insancıklar. Fakir zengin, aydın, cahil, zır cahil, kul, köle, efendi, kral, kraliçe... Ben de kralım dersem ne dersin? Deli mi? Bunak mı? Halin belli işte, bir ayağı sallanmış mı? Hoş görürsün değil mi yaşımın hatırına? “Ben tanrıyım” demiş adamın biri asırlar önce, hemen biletini kesmişler adamın. Adam düşünmüş işte. Belki birilerinin anlayacağı şekilde anlatamadı düşüncesini, belki de anlamak istemediler onu. Düşünmek deyince kafam bulanıklaşıyor dedim ya! Bulanıklaşmaya başladı gene.
            Yaşam ne kadar da zıtlıklarla dolu. Bu gün kara denilen yarın oluyor ak.  Ak denilense kara. Hiç kimse fark etmeden gidiyor böyle. Geçmişle gelecek arasında bir kopukluk var. Geçmişin dersleri taşınmıyor geleceğe. Belki de bilinçli yapılıyordur birileri tarafından sen ne dersin?         Toplumların yüz yıllar öncesinde yaşadıkları, çağa göre yeni sürüm olarak sunuluyor tekrar. Adı da gelişmişlik oluyor. Eğitim ve üretkenlik kalitesine bakıyorsun ahım şahım fark yok. Köyde yaşayan da insan şehirde yaşayan da. Gel gör ki köyde yaşayanların durumlarında değişen çok az. Şehirse de öyle aslına bakarsan. En önemli gelişme köyden şehire akın. Eğitim? Yalnızca diploma onu da alabilen ne kadardır. Bu memleketin hala yüzde onu neredeyse okuryazar bile değil”. Gülümsedi kendi kendine, yudum daha alırken kahvesinden. Kafasını salladı yavaşça iki yana.
            “Düşünüyorum da bazen şimdiki aklımla, yaşamımda neyi ya da neleri farklı yapardım? Yapar mıydım? Bilmem bazılarını yapar bazılarını da yapmazdım her halde. Neden böyle lastikli söylüyorum ki? Uzattıkça uzuyor da ondan. Böyle bir soru saçma geliyor bazen bana. Neden mi?
            Eğer bir şeyi yapmışsam o gün için, doğru olduğunu düşünmüş o nedenle yapmışımdır ve sonucunu görmüşümdür mutlaka. Olumlu ya da olumsuz. Kendime göre dersler çıkarıp yola devam etmişimdir ve yürüye yürüye bu günlere gelmişimdir. Şimdi o gün yaptığım şeyleri değerlendirirken hangi ayağını unutup da bu günde değerlendireceğim acaba? Bir durum değerlendirilirken: olay, yer -olayın olduğu yer- ve zaman -olayın olduğu zaman- ayakları dikkate alınarak değerlendirildiğinde ancak doğru okunabilir, aksi halde okuma yanlış olur ve farklı bir sonuç çıkar ortaya. Onun için geriye dönüp bakışım farklıdır biraz çoğuna göre. Her şeyi o zamanında, istediğim ve doğru olduğunu düşündüğüm için yaptım. Bu güne gelince değer yargılarım değişmiş olabilir, değişmesi de normaldir bana göre. Zaman neleri değiştirmiyor ki? Bu değişim istikrarlı ve temelli olmalı. Temelsiz bir değişim istikrarlı olamaz da üstelik. Bir sonraki gelecek öncekilerle mutlaka ve mutlaka bağlantılıdır. Saçmalamaya mı başladım sana göre?” dedi yüzüme bakarak. “Yaşlılığıma ver. Neyse fazla sıkmayayım canını daha fazla. Hep ben konuştum sana hiç fırsat vermedim!” Gülümsüyordu yine. Gözlerinde pırıltı belirdi bir anda. “Geçmişten aldığım dersleri sorarsan eğer başka. Bu günkü aklımla bazı şeyleri yapmazdım ya da farklı yapardım. Belki de çağa uymuş olurdum o zaman kim bilir? İstersen sonraya bırakalım sohbetin devamını ne dersin? Şimdi keyifle içelim şu kahvelerimizi.” “Afiyet olsun, ayrıca teşekkür ederim kahve için” diyerek kahveme uzattım elimi.
           
           
                                                                                                                                                                                                                                                                                

                                                                                                                      Halil GÖNÜL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.