Cumartesi, Aralık 03, 2016

YAZI VE GEÇMİŞİ

akan-zaman, okumak, yazı, kütüphane, araştırma, tarih,
Kitap

             YAZI VE GEÇMİŞİ

Yazmak ve yazılanlar. Yazının türlerinin ilk keşfinden bu tarafa yazılar olmuştur, kimisi tabletlere, kimisi derilere ve kâğıtlara. Ağaçlara da yazılmıştır tabii ki. Ancak ağaçlara yazan delicesine âşıklardır, ağacın canına kast edercesine.
            Edebiyat alanındaki yazıların; özellikle roman yazılarının içerik itibariyle aklıma geliveren ve benim okul çağlarındaki okuduğum romanları dikkate alarak, yalnızca kendime özgü değerlendirmemi aktarmak istiyorum.
            Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yazılan romanlardan köy yaşamını anlatanlar ve o yaşam içindeki değerlendirmeler zaman zaman yöneticilerin hoşuna gitmemiş ve yasaklanmışlar. Bir örnek Fakir Baykurt, yurt dışında yaşamış, başkaları da yok mu? Elbet var. Çok yazar var elbet. Diğerlerinden de okuduklarım kitaplar var ancak Fakir Baykurt’un kitaplarını daha çok okumuştum kendi yaşamımdan kesitler buluyordum hem de birebir örtüşüyorlardı.
            Zaman geçtikçe geçmişte yasaklanan yazılar ve kitaplar artık okunabilir durumdalar ve yasaklanmış olmaları çok çok komik geliyordur belki genç insanlara. Bana göre neden yasaklandıklarına gelince: o kitaplarda köy yaşamı içinde fakirlikle boğuşan insanlar da artık çok şeye itiraz ediyorlardı ve itirazları yöneticileri rahatsız ediyor hoşlarına gitmiyordu, çünkü yöneticiler farklı bakıyordu meselelere; kendi dedikleri yapılsın itiraz edilmesin isterlerdi, peki günümüzde fark var mı?
            Zamanımızda yazın türlerinde artık köylülük, fakirlik edebiyatı yok yazım alanı ve çeşitliliği artmış durumdadır. Yeni bir çağdır içinde bulunduğumuz dijital çağ. Cumhuriyet tarihimiz oldukça hızlı koşturdu kendine göre ancak dünyadaki gelişme çağına göreyse fazla da yol kat edilemediği görünüyor. Nasıl mı? Anlamakla, okumakla, icatla, yasakla ve daha birçok alanda ilgili durum dikkate alınırsa kat edecek çok yolumuz olduğu açıktır.
            Çok eski geçmişlere de bakıldığında kitapların hem de kütüphane dolusunun ortadan kaldırdığı görülmüştür yakılarak. Aşağıdaki alıntı yazıda önemlilerinden bazıları görülmektedir.
                       
TARİHTE YAKILAN EN BÜYÜK KÜTÜPHANELER!
1) İRAN KÜTAPHANESİ (M.Ö.330)
2) SİBİLLİ YAZITLARI (MÖ.75)
3) İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİ (MS.490)
4) BAĞDAT KÜTÜPHANESİ (MS. 600’ler)
5) İSTANBUL KÜTÜPHANESİ (MS.13.YY.)
6) ENDÜLÜS EMEVİ KÜTÜPHANESİ (MS.15.)
7) MAYA VE İNKA EL YAZMALARI (MS.16.YY.)
8) BERLİN KÜTÜPHANESİ ( MS. 1945)
İrili ufaklı daha çok vardır.
            Bu eylemin altında yatan sebep ya da sebepleri düşündük ya da düşünüyor muyuz acaba? Mutlaka düşünenler var ancak düşünmek yeterli olamamış demek ki ve de yakılıp yok oluşları engellenememiştir. İnsanlığın ve insanların gelişmişliğiyle direkt olarak ilgili bence. Okumayan için yazının ne anlamı olabilir ki kendisine zarar vermekten başka. O yakan ya da yasaklayan idareci için de zararlı bir şeydir onlar ve kendi istek ve amaçlarına ters düşürüyordur zavallı toplum ya da toplumları. Dolayısıyla kolay idare edilemeyen bir toplum karşılarına çıkınca da yapabilecekleri fazla bir şey kalmadığı içinde ahalisini bozan şeyleri yani günahları ortadan kaldırmayı seçiyorlardır kendilerinin günah işlediklerinin farkında olmadan. Farkında olmadan diyorum çünkü farkında olsalar zaten böyle bir eylemde bulunmayacaklarını düşünüyorum.
            Okuyup da anlamak: bu iki eylem aslında birbiriyle içiçe olan ancak sonuç itibariyle de birbirinden bağımsız çalışan iki olgudur. Okuruz. Okuduğumuzdan bir şeyler çıkarsarız. Kendimize göre de bir şeyler öğreniriz. Ancak üzerinde durmak istediğim; gerçekten okuduğumuz yazıda anlatılmak isteneni anlayıp anlamadığımızdır. Şimdi ismini tam hatırlayamadığım bir yazarımızın söylediği söz aklıma geliverdi okumak ve anlamakla ilgili “bizim aydınlarımızın en iyi okuduğu şey satır aralarıdır” gibi bir sözdü. Anladığım: yazıda anlatılmak isteneni değil de, kendi kafasına uygun olanını anlıyor okuduğunda ve bu durum da satır aralarında gizlidir tabii ki; Arapça harflerin kıvrımında tılsım olduğu söylendiği gibi.
            Evet, yazın hayatında olduğu gibi birçok alanda da yol kat ettik. Moda, eğlence, dalavere, rüşvet, kayırmaca, dalkavukluk... Say say bitmez. Aya gidildiğini inanmayan insanlar var hala bu memlekette ve sözleri de kendi çevrelerinde dinlenenler olarak sayılıyor.
            Türkülerimize de baktığımız zaman aslında çok güzel açıklıyor durumumuzu. Gülüyoruz ağlanacak halimize. Ağıt türkülerimizle göbek atıyor, oynuyor ve eğleniyoruz. Başka bir kültürde yoktur eminim böyle bir şey. Birisi ağlamış ağıt yakmış, zaman geçmiş insanlar o ağıtla eğleniyor. Yoksa farklı mı bakmalı bu duruma. Gülüp geçmek midir acıların altından kalkabilmek. Eğer böyleyse, o kadar derin acılar yaşamışız ki ağıtlarımız ortaya çıkmış ve yaşamın bir parçası haline gelmiş dayanılmaz acılar ve alışmışız dayanılmazlıklara. Bir yolunu bulmaya çalışmışız acılara çare için. Acıları ortadan kaldıramamış idareciler ve de toplum hicvetmiş onları başlamışlar acılarıyla göbek atmaya. Nasıl ama!
Hani bir hikâye vardır ya “deli halk ve delirmeyi kabul eden kral” benim hoşuma gitmişti okuyunca çocukken. O kralın memleketinde yaşamak istemiştim içimden ama öyle bir memleket ve kral bulamadım. Hikâye şöyle: memleketin birinde tek bir su kaynağı varmış ve bütün ahali o kaynağın suyunu kullanır ve içermiş. İçenlerin delirdiği tespit edilmiş kral ve ailesi bu durumu işin başından beri bilirmiş onun için de kendilerine başka bir memleketten su getirtirlermiş. Gel zaman git zaman öyle bir duruma gelmiş ki bu kralın memleketi, herkes delirmiş; tek akılı kalan kral ve ailesiymiş. Bakmış kral duruma ve artık halkını idare edemez bulmuş kendini, sürekli halkla çatışıyor, halkın gösterilerine maruz kalıyormuş. Çok iyi niyetliymiş kral, çok çaba gösteriyormuş onları anlamak ve dertlerine çare olabilmek için ancak aklı basmıyormuş onların isteklerine. Bir gün oturmuş düşünmüş taşınmış bir karar almış. Artık kendisi de o kaynağın suyunu tüketmeye karar vermiş ve getirtmiş o sudan, ailesinin itirazlarına rağmen içmiş halkıyla anlaşabilmek için. Olanlar olmuş işte o zaman kral da delirmiş. Bu zamandan sonra kralla halk çok iyi anlaşmaya başlamış ve sorunlar bitmiş. Gül gibi geçinip gitmişler ömrü boyunca.
            Yazmak ve anlatmak, okumak ve anlamak.  Aslında neler geliyor insanların başına bu basit ve sımsıcak görünen kavramlar yüzünden. Sımsıcak dedim çünkü bana sıcaktan da öte geliyor. Kendini ve kendinden bir şeyler koyuyor ortaya bu insanlar. Ne pahasına? Hayatında edindiklerinden başkaları da yararlansın diye elbet. Sizce?

Halil GÖNÜL / Aydın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.