Pazar, Aralık 18, 2016

EMEKLİ

akan-zaman, halil-gönül, Trump, Amerika,seçim, siyaset,
Emekli

                     EMEKLİ

            Bu gün oldukça rahat bıraktım kendimi. Emekliliğin nimeti bu galiba. Zamanın kıymeti yok, gece gündüz fark etmiyor. Yalnız da olunca bir ihtiyarla. İddiaları kalmamış iki ihtiyar olarak yaşayıp gidiyoruz işte bu dünyada baba oğul. İnsan ihtiyarlayınca seksenli yaşlarda çok rahat oluyormuş bunu gördüm yanı başımda. Dünya yanmış yıkılmış, olmuş, olmamış hiç fark etmiyor ve tek derdin yemek içmek ve tuvalet oluyormuş. Mal mülk ilgilendirmiyormuş hiç de. Ooh ne rahat. Darısı başıma. Seksenlerimi görebilir miyim acaba? Diye de merak etmeye başladım doğrusu. Alıştım artık gördüklerime, yaşadıklarıma. Katlanılamazlara katlanmayı becerdim. Kolay olmadı tabii ki.
            Neyse! Niyetim iki ihtiyarın bunaklık günlerini, ya da anılarını yazmak değil amacım. Dedim ya başta “Bu gün geç kalktım” evet hem de ne geç. Herkes yatmaya hazırlanıyorken saat 21.30 sularıydı uyandığımda. Havalar çok soğuk, zorla ısıttığım yatağımdan çıkmak istemedim bir süre. On on iki saattir yattığım için acıktığımı hissediyordum.  Benim pelte kılıklıyı zorladım biraz. Kavga edecektik neredeyse. O da istemiyordu ben gibi yataktan kalkmayı. Dürttüm durdum yatakta. Başının etini yedim, sonunda bıktı dürtmelerimden ve ayaklandı sonunda. Beynimden bahsediyorum tabii ki. Ayrı ayrıyız biz benim beyin denilen pelte kılıklıyla. Aynı yöne gittiğimiz nadirdir. Hep benim itmemle gider, yoksa alıp başını gidecek. Ardından ben de tın tın gitmek zorunda kalacağım. Ne işler açacağını biliyorum başıma. O nedenle pek salıvermiyorum işin doğrusu. Saldım bir zamanlar, saldım da noldu sanki! Beni nerelere getirdi. Artık salmak yok yakasını. Tembelin teki üstelik. İllaki itekleyeceksin, dürteceksin. Yapmazsam eğer yan gelip yatmayı pek seviyor. Hem bir de ne yapıyormuş biliyor musunuz? Eğer dürtüp durmazsanız yan gelip yatmayı çok seviyormuş, alıştıklarının dışına çıkmayı hiç istemezmiş eşşek oğlu eşşek. Sonra da kabahati size yükleyip “şunu bunu kullanmaya niyetin yok senin deyip yemini kısıyormuş az çalışan organların. En başta da kendi yemini kısıyormuş. İhtiyarlık da bundanmış diyorlar. Ben duydum ya bunu, hiç rahat vermiyorum pelte kılıklıya, hop oturtup hoop kaldırıyorum dur durak vermeden. Bazen zevk olsun diye yapıyorum. İnat ettim biraz önce kahvaltıda. Sürekli sağ elimle kullandığım bıçağı sola verdim, çatalı da sağa. Ne yaptı biliyor musunuz? İnat etti olmaz diye. Yavaşlattı işi namıssız, oldu olacak bir de grev yapsaydı bari aklı sıra ben çakmayacağım niyetini. Biraz saf gibi de sanki. Benim bir şeyi anlamayacağımı falan düşünüyor arada bazen. Çakmaz mıyım hiç, hem de anında. Kimin malı? Malımı tanımaz mıyım artık bu kadar yıl hamallığını yapıp tepemde taşıdıktan sonra. Ha gayret bırakmadım inadı. Zorladı beni biraz ama ben ondan inat çıktım. Anladı da vazgeçti kendi inadından. Dediğim yola geldi. Zorluk çıkarmadan vazgeçti. Spora ara vermiştim uzun zamandır. Bir de baktım dizlerim zorlanıyor çöküp kalkarken. Sen misin bunu bana yapan? Çök kalk, çök kalk ceza verdim ona. Ama hala baş edebilmiş değilim bu konuda. Zorlamaya devam ediyor beni. Anladım ki kaslarımın yemini kısmış aklı sıra. Bir gün gelip ben onun yemini kısarsam görecek kendini. Kendini çok beğeniyor. Çokbilmiş, ukala mı ukala. Kendini kandırdığını bilmiyor anlaşılan. Neden mi? Şu aklıma geliveren fıkra yüzünden. Bu fıkrayı duyunca ne yapacak benim pelte kılıklı bakalım.
            Bir gün arkadaşlar arasında sohbet ediyorduk, on beş kişi kadardık. Maç seyredecektik. Yarım saat kadar önce gelmiştik meyhaneye. Bazı arkadaşlar takılmaya başladılar bir arkadaşa. “Sen biliyor musun o fıkrayı?” diyordu karşıdan karşıya. Meyhanenin öbür ucundaki soran kişi de tanıdıktı. Onlar da maç için gelmişlerdi. Maçın başlamasına vardı daha epeyce. Herkes masadan masaya laf atıyordu. “Neymiş o fıkra?” dedi bir diğeri. Bütün başlar döndü o tarafa.
            “Bir gün vücuda idareci tayin etmek için toplanmış bütün vücut elemanları...” herkes sus pus oldu birden, pür dikkat dinliyor. Rakı bardağı tıkırtıları bile kesildi birden. Müzik kısıldı. Belli ki bir çapanoğlu vardı bu fıkrada. Herkes tanırdı anlatan kişiyi. Muziplik kime gelip dayanacaktı meraktaydı tüm meyhane, nereden baksan elli altmış kişi vardı içeride. Meyhanenin sahibi sipariş verenlere eliyle sus işareti yaptı bir kaç kez benim gördüğüm. Fıkra anlatmaya başlanıldığından itibaren hayat durmuştu sanki orada. Yalnızca anlatanın sesi vardı ortalıkta uçuşan. “Ee nolmuş sonra?” dedi biri kapının yanından. “Patlama da dinle!” dedi anlatan. Çok ciddiydi.
            “Toplanmışlar dedim ya! Masa büyük ve yuvarlakmış başına oturulan. Herkes birbirini tanıyor ve yüzlerini görüyormuş. Ciğerler: ak, kara olan, dalak, böbrek, yürek, mide bağırsak, göt, beyin... Daha ne kadar büyük küçük, işe yarayan yaramayan varsa vücutta herkes oturuyormuş ve herkes de aday olabiliyormuş o masada. Beyin kasıla kasıla oturuyormuş sandalyesinde. Pozu bin beş yüzmüş. Kimseye burnundan kıl aldırmıyor, kimseye de pas vermiyormuş. Yüzde yüz seçileceğinden de eminmiş. Herkesin en tepesinde değil miymiş zaten? Madem herkesten tepede duruyor, seçimde de aynısı olacak, herkesin üstünde bir olarak onu seçeceğini düşünerek başı dimdik karşısına bakıyormuş, gailesizce. Hiç oralı değil, kimseyi iplemiyormuş gibi havası varmış. Neyse uzatmayayım,  adaylar belli olmuş, konuşmalar başlamış, arada bir tartışma da oluyormuş aralarında. Bazıları hizip kurmuşlar kendi aralarında, kendilerine göre seçilebileceğini düşündüklerini destekliyorlar. Kalp: ‘Kan pompalamayı durdurursam hepiniz ölürsünüz, onun için beni seçin’ demiş,  Akciğer: ‘Oksijeni kestim mi hepiniz güm.’ Karaciğer: ‘Ben kan üretimini durdurursam beslenemezsiniz,  haliniz duman.’  derken herkes marifetlerini sergilemiş masada. Beyin hiç bir şey demiyormuş, oralı bile olmuyormuş hiç. Zaten o seçilecekmiş ona göre. Dayanamamış Göt oturduğu yerde. ‘Yeter be, hepiniz zırvalıyorsunuz. Bir sıkarsam bombaya dönersiniz hepiniz, hem de nötron bombasına. Müdür ben olacağım lamı cimi yok. Kimseden de itiraz istemem. Aksi halse herkes kendini gaz odasında bilsin.’ demiş kestirip atmış, oturmuş yerine tekrar. Çok gururlanmış kendisiyle. ‘Nasıldım ama?’ demiş yanı başındaki bağırsaklara, mideye. ‘Helal be sana. Yürü aslanım kim tutar seni! Diyorlarmış, gaz vermişler belli ki. Beyin: ‘Benim fazla bir şey söylememe gerek yok sanırım. Hepinizin de tepesinde oturuyorum.  Beni seçeceğinizden de eminim. Şimdiden hepinize teşekkür ederim. Beni müdür tayin edeceğiniz için.’ demiş vakur bir şekilde oturmuş tekrar yerine. Konuşmalar bitince bir uğultu olmuş masada. Herkes oylarını yazıp atmış masanın ortasındaki kapalı kutuya.  Kutu ters çevrilmiş, oylar sayılmış, ezici çoğunlukla göt oyları toplamış ve müdür olmuş vücudun başına. Artık bir dönem de o idare edecekmiş vücudu. Beyin şok geçirmiş oturduğu yerde. Bir türlü inanamamış ama sonunda kabullenmiş. Demokrasi sonuçta. Kim seçilirse o yönetecekti vücudu. Yıllarca böyle olmamış mıydı? Beyin bu güne kadar getirmiş işi. Demokrasiyi de o icat etmişti zaten. Katlanacaktı artık bu döneme.          Alkışlar arasında ilk konuşmasını yapmak üzere ayağa kalkmış. Bir sandalye koymuşlar önüne ve üstüne basarak masanın üstüne çıkıp tam ortada dikilmiş Göt: ‘Sevgili ve de pek değerli kardeşlerim, hepinizi çok sevdiğimi bilin istiyorum. Elimden gelenin en iyisini yapıp hepinizi rahat ettireceğim. Hiçbir sıkıntı çekmeyeceksiniz bundan sonra. Beyin kardeşimize de bizi bu günlere getirdiği için çok çok teşekkür ederim. Minnettarız ona, alkışlar beyin kardeşimiz için, onursal idarecimiz beyin için lütfen! Bundan sonra onursal idarecimiz olacaktır tepemizde, başımızın üstünde yeri vardır her zaman. Haklarını ödeyemeyiz’ demiş yeni idareci Göt. Alkışlar yıkmış ortalığı. İnmiş masadan oturmuş yerine. Daha da dik duruyormuş oturduğu yerde. Gözüne takılmış Beyin’in kapıya doğru yöneldiği. Çıkıp gidiyormuş Beyin süklüm püklüm. ‘Bu kadar gevşek tutmanın âlemi var mıydı? Güvenilmeyeceğini bilmiyor muydun sanki bu zavallılara!’ diye diye kendine sitem ederek çıkıp gitmiş Beyin.”
            Bir anda kahkahalar yükselmeye başladı meyhanede, birini arıyordu bütün gözler. Kim içindi bu fıkra? Herkes bunun merakındaydı. Anlatan başını çevirip bizim masadaki bir arkadaşa doğru bakınca anlaşılmıştı durum. Artık bir işi vardı, iş bulmuştu aylak aylak dolaşıp duran arkadaş. Uzun yıllar dikiş tutturamamıştı hiç bir işte ve çoluk çocuk perişandı. Sevinmiştik aslında onun adına. Müdür olarak işe alınmış hem de. “Torpilin kiiim?” diye bağırdı karşıdan iyi tanıdığı biri. “Torpil morpil yok arkadaşlar, alın terim yılların emeği bu. Az mı kafa patlattık? Arkadaşlar da şahit işte, öyle değil mi arkadaşlar?” dedi aynı masada oturan ve karşıdaki masalarda oturanlara bakarak. Kılık kıyafet, kelle kulak denkti bir süredir. “Öyle öyle biliriz, çok ter döktün, hakkındır, yaşşa!” sesleri geldi. “Maç başlıyor arkadaşlar!” dedi başgarson dev ekranın sesini açarak. Gümbür gümbür ses gelmeye başladı televizyondan ve biz birbirimizi duymamaya başladık. Yanımızdakiyle bile konuşamıyorduk artık. Gırtlağımız parçalanacaktı yoksa bağırmaktan. Maç bitti çıktık çakırkeyf olarak. Bazılarımız memnundu tuttuğu takım kazandığı için, bazılarımız da üzgün.
            Kahvaltımı yaptıktan sonra bu saatte yeni yeni kendime gelmeye başladım, iki küçük bardak çay içince. Üçüncüyü de doldurup hızlıca içtim. Evet, daha da iyiydim. Bir sigara yaktım üstüne. İlk fırtımdan sonra “Trump” hakkında yazı yamak geldi içimden birden. “Trump da nereden çıktı?” dedim kendi kendimi azarlayarak. Çay bardağını tekrar doldurdum. Düşünmeye başladı benim pelte kılıklı. Önüne geçemiyordum onun. “Oğlum Trump’ın memleketi nire seninki nire, ne işin var ellerin memleketiyle ellerin adamıyla. Akraban değil tanıdığın değil. Hem nesini yazacaksın Trump’ın?..” bir sürü şey daha söyledim. Bana mısın demiyor inadım inat adım kel murat diyordu. İplemedi beni pelte kılıklı. Oturttu bilgisayarın başına elimde çay bardağıyla. Yavaştan aldım önce nolur nolmazdı, başıma iş miş gelebilirdi pelte kılıklının yüzünden. Hiç de güvenemiyordum ona. Bazen madik atıveriyordu çaktırmadan. Zeki meki deniliyor ama bence o kadar da değil. Sallapati, kara-kucak dalıveriyor bazen. Hani bizim yağlı güreşçiler gibi. Ne yapsam da aklımı çeliveriyor benim de. Hoop al başına iş sonra da. Ayıklamak için uğraşıyorum bulgurun taşını. Pösteki saydırıyor bazen de. Trump meselesi de öyle geldi. Pis kokular gelmeye başladı burnuma. “Dikkat et oğlum, aman dikkat, bir ihtiyarın var bakılmaya muhtaç, sen olmazsan hali duman, sefillikten açlıktan ölür garibim parkinsonlu baban. CIA mia takılır paçana kurtaramazsın paçanı sonra” diye geçirdim içimden ama dinletemedim. “Adamlarda düşünce özgürlüğü var” diye teselli ettim kendimi sonra.
akan-zaman, halil-gönül, Amerika,seçim, siyaset,
Trump
            Evet, Trump mı? Amerika da bizim gibi akıllandı mı acaba? Diye merak ettim. Durdu durdu da dev gibi bir iş adamını seçti dünyanın en gelişmiş memleketi. Belli ki ekonomide aksilikler var, insanlar yok yoksulluk çekmeye başladılar. Bizdeki ata sözünü birileri söylemiş herhalde Amerikalılara “Fakirin başucunda yatacağına, zenginin ayakucunda yat!” onlar da uydular bu söze doğrusunu yaptılar işin. Zengin Trump’ı seçip getirdiler başlarına. Zengin olmanın yolunu öğretsin diye. Ya da bir şeyler düşerdi belki onların payına da. Vatandaş bilir, bilmez mi hiç eğriyi doğruyu. Demokrasinin kalesi değil mi hem Amerika. Olmaz öyle şey. Yan yatıp çamura batmanın âlemi yok. Sonradan allem edip kallem edip Trump’ı koltuktan etmenin âlemi yok elbette. Hiç de bulanmayın, sizi gidi anti demokratlar sizi. Hazmedemediniz değil mi? Sizin istediğiniz olunca adı demokrasi hem de en iyisinden. Trump seçilince olmadı öyle mi? Olmayan ne? Her zamanki gibi yürümedi mi işler. Bir bildiği var Koskoca Amerika'nın belli ki. Her şeyi siz mi bileceksiniz. Alın size çoğunluksa çoğunluk. Oturun oturduğunuz yerde. Trump götürdü işi. Derken çayın soğuduğunu fark ettim yudumlayınca. “Tabii ki soğuyacak bırakırsan öyle ayazda dokunmadan. Haydi, ısıtmaya çayı.” Kalktım yerimden mutfağa geçtim çayı ısıtmaya. Tekrar kaynayınca acıyacaktı ya olsun idare edecektim artık. Yeniden demlemek zor geldi. Bahaneler uydurdu benim pelte kılıklı. “İsraf” dedi benim anlayacağım dalga boyuyla. Ben de aynı dalga boyuyla selam gönderdim. Isıtıp geldim tekrar oturdum bilgisayarın başına. Bu sefer çayımı sıcak sıcak içip öyle başlayacaktım aklım sıra.
            Aslında Trump değil de yazı yazmaktan korkumdandı Trump meselesi. Siyasete girmek olurdu belki de birilerine göre, Türkiye’den yazsam. Kimseye de laf anlatamam kırk yıldan fazla “kani” olduğumu,  bundan sonra da “yani” olamayacağımı. Tutup atarlardı da başıma iş alırdım bu yaşta. Yafta bulmak kolay ne de olsa bizim memlekette oldum olası. Düne kadar komonistlik falan modaydı, şimdilerde moda değişti. Bir sürü şey var ortalıkta dolanan. Anam ne kadar da düşmanımız varmış da haberimiz yokmuş yıllardır. Hepiciği de yapışmış yakamıza bit larvaları gibi, büyümüşler de büyümüşler sırtımızda. Adam gibi bir demokrasi büyütemedik ki kucağımızda yıllardır. Atatürk’ün ilk on yılda yaptıklarıyla geldik bu günlere. Bundan sonra da Allah kerim. İnşallah maşallahlarla gidiyoruz işte. Hiç olmazsa Amerika da demokrasi var hem de en iyisinden öyle diyorlar. Onların hakkında yazarsam kimse bir şey demez nasılsa bana. Düşünce özgürlüğüne canı gönülden inanıyor insanlar. Ben de düşüncemi söylüyordum işte var mı bunun ilerisi? İsteyen değer verir istemeyen de kulak ardı eder olur biter her şey. Böyle düşünerek başladım bu gün işe. Kendi kendime gelin güvey oldum durup dururken. Bakalım gerisi Allah kerim.
            Bizle kıyasladım Trump’ı. “Alamadım kendimi, biz kiiim, Amerika kiiim!” dediysem de benim Pelte’ ye söz geçiremedim gene çeldi aklımı meret. Bazen çok seviyorum bazen de çok kızıyorum kendisine bu pelte kılıklının. Bir türlü ortasını bulamıyoruz aramızda. Çoklarla olmuyor belli bu. Ortası olsa daha iyi olacak ama gel anlat. Keçi inadı var, Nuh deyip peygamber demiyor. Dalga boyunu karıştırıveriyor işine gelmeyince. Aynı bizdeki demokrasi gibi. Kimine göre az, kimine göre çok, bazılarına göre de hiç yok. Ne olduğunu anlaşılamadı bir türlü. Bir karar verilse de rahatlasak. Görsek önümüzü arkamızı hiç olmazsa. İşimize gücümüze baksak. Belki zengin mengin de oluruz o zaman kim bilir?
            Trump deyince, ne de olsa gen sayısı bakımından aynıyız. Ne bir eksik ne de bir fazla. Tek farkım onun zengin benim fakir olmam, onun Amerika’ya başkan olması benimse tepemdekiyle uğraşmam. Adam tepesiyle çatışıyor mu hiç baksanıza. Benimki durmadan taş koyuyor arabama. Bu gidişle ne zengin olacağım, ne milletvekili, ne de bakan, başbakan ya da cumhurbaşkanı olacağım var. Hepsi hayalden öte bir şey değil. “Neden kimsenin yerine göz koyayım canım, ayıp değil mi benim yaptığım da?” Oturacağım oturduğum yerde ve emekli maaşımı yiyeceğim çatır çatır. Nasılsa arada bir ben istemeden zam mam da yapıveriyorlar. Daha ne istiyorum. Başımızdan eksik olmasınlar ne diyeyim. “Böyyüklerimiz eyisini bilir bu işlerin, bizim aklımız ermez. Anamız da onlar babamız da, öyle değil mi. bildiğim kadarıyla bu güne kadar öyle geldi, bu günden sonra da öyle gidecektir elbette. Yolları açık olsun.
            Boş verdim bizi gene takıldım Trump’a. Adam daha seçilir seçilmez koltuğa oturmadan, sataşmaya başladı Çin'e mine. Kapıları kapatacak, ölen ölsün kalan sağlar bizimdir diyor adam. Göçmen almayacak, mülteci desen ha keza. Oturup otursunlar memleketlerinde, kokusu mu çıkmış memleketlerinin. Şunun şurasında savaş bile denilmez küçük bir iş var başlarında. Sanki dünya savaşı mı var ortalıkta. Ekonomi zorlanıyor, neden getiriyorsunuz memleketine adamın ellerin mallarını ucuz ucuz. Kendi memleketinin mallarını tüketsin insanlar. Artırın gümrük vergilerini giremesin adamlar içeriye. Yağıp esiyor adam. Minneti mi var sanki kimseye. Asar da keser de kime ne? Madem insanları seçti onu. O ne derse o bundan sonra. Va mı diyeceğiniz? Va diyenin alnını karışlar adam. Vallahi tıpa tıp bizden biri adam. Kanım kaynadı doğrusu. İçinden geliyor adamın, saklısı gizlisi yok. Pat diye koyuveriyor ortaya çözümlerini bir bir. İnşaatçıymış da üstelik. Al işte, benzerliğimiz de var; inşaatçılık. Gördünüz mü? arayan bulurmuş derler. İşte arayınca bulunuyor hakikaten. Genler sayıca aynı, dobra dobra, kabadayılığı da var, üstelik de inşaatçı. Dünya da inşaatçılık değil mi memleketleri sürükleyen. Ekonomilerin can damarı. Bizim de öyle. İnşaat sektörü hiç durmadan ilerliyor. En az yüzde yirmi otuz belki de daha fazla. Allah muhafaza deprem meprem olursa? Amerika da bizim yolumuza geliyor artık. Yaşasın bize. Adamları da yola getirdik sonunda. Gözlerim açık gitmez bundan sonra.
            Yörü Sayın Trump, bütün yollar senin için. Kim tutar seni. Öyle beyaz saraydakilere falan da kulak asma sen. Seyretmediysen seyretmeni öneririm “Emret Başbakanım” dizisini. Biz çooook seyrettik o diziyi yıllar öncesinde. Neden bu kadar ilerideyiz sanıyorsun sen? İşte o dizileri pür dikkat seyrettiğimiz için tabii ki. Bak Siz de bize yakınlaşıyorsunuz artık, yakında aynı yollarda yürüyeceğiz belki de. Kalmıyor aramızda fark. Hepimiz dünya vatandaşıyız artık. Teknoloji gelişiyor son hızda. İletişime diyecek yok zaten, fısıldadığım anda taa oralardan duyuyorsunuz beni. Ben biraz zorlanıyorum sizi duyarken ama aldırmayın, biraz havalar sisli puslu buralarda da ondandır ellem. Haydi, yolun açık olsun. Allah seni Amerika’nın ve dünyanın başından eksik etmesin. Amiiiin! İnşallah!
            Şaka maka yazıyı bitirmek istiyorum artık, geç oldu. Daha imla ve hata düzeltmesi var bu işin. Uzatmanın âlemi yok gari. Şincik bu kadar yeter garik.
            Hoşça, sağlıcakla ve de umutluca kalın gari. Sizlerden ayrılık beni de üzüyor emme, elden ne gelir. Evimiz ayrı, yolumuz ayrı. Memleketlerimiz ayrı. Velhasıl ayrı oğlu ayrı. Gevezelik bitti. Gerçekten bitti!
            Şu aksiliğe bakın ki her şey hazır oldu saat 03,24’ de ama gelin görün ki internette sorun var. Giremiyorum. “Bunda da bir hayır var” deyip yarına bıraktım yayınlamayı.


                                                                                                                      17.12.2016 - 02.14

                                                                                                                          Halil GÖNÜL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.