Pazartesi, Aralık 19, 2016

KAŞIK-1

akan-zaman, iş, hanım, evlilik, kaza, iş kazası, fabrika, durak,

"Kaşık"

                          KAŞIK

            “İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!” cümleleri kulağında çınlaya çınlaya gidiyordu yolda, otobüs durağı karşı taraftaydı 100 metre kadar ilerisinde. Sersem gibi hissediyordu kendini.
       Dün bir bu gün ikiydi daha şunun şurasında, kaç günlük evliydi ki? Bir hafta ancak olmuştu topu topu. Neden bir şey söylemedim karıma, kızıp bağırmadım sanki? Aptal yerine koyacaklar beni ana kız! Sersem, aptal... Aklına geleni sıralıyordu durmadan.
            Karşıdan karşıya geçerken araba altına alıyordu neredeyse. İrkildi bir anda klakson sesleriyle. Can havliyle koşturmaya kalktı o anda birden. Karşı kaldırıma adımını attığında yatıştırmaya çalışıyordu içindeki paniği. Aklından çıkaramıyordu bir türlü karısından, hem de çok sevdiği bir haftalık karısının söylediklerini. Biraz zekâsında sorun mu var acaba? Diye geçirmişti sık sık ama fazla üstünde durmamıştı. Neyse önemsemeyeceğim diye kendi kendini empoze etti, durağa varıp köşede dikildi herkes gibi.
            Sabahın köründe ekmek kavgası için herkes yollarda, duraklardaydı kendisi gibi. Sanki başkaları kendisinden çok mu iyiydi. İşte her şey ortada. Şu adamın, bıyıklı olanın, biraz kelli fellice olanın karısı akıllı mıdır acaba? Adamın suratından düşen bin parça. Akıllı karısı olsa öyle mi olur suratı. Dişleri sayılır herifin be. Bak bak gelen uzun sırığa bak nasıl da yerinde keyfi. Mutlaka karısı uğurlamıştır kapıya kadar. Çantasını da eline vermiştir. Bir de öpücük yanağına, haydi kolay gelsin kocacığım! Demiş midir? Belli değil mi adamın yürüyüşünden. Birkaç kişi çarparak koşturdu gelen otobüse doğru. Dalgınlığından uyandı çarpmalarla, otobüsün numarasına baktı birden. Üç numara, benimki dedi acele ederek. İlk basamağa basmıştı sağ ayağıyla ki otobüs hareket etti. Zor atabilmişti sağ elini otobüsün korkuluğuna, neredeyse niyazi olacaktım, acelen ne be herif? Diye kızdı içinden şoföre.
            İçerisi tıka basa doluydu. İnsanlar sıkış tepişti. Zorladı kendini bir basamak daha çıkmak için. Şoför öğrenmişti işin sırrını, bir fren, hoop insanlar hareketleniyor ileri geri ve yerleşiyor kendi kendilerine. Karpuz, kavun mübarekler, her frende daha da sıkışıyorlar, aralarında milim boşluk kalmamacasına. Nefret etmeye başladığını hissediyordu bir süredir bu yolculuklardan. İki bazen dört saat alıyordu git gel. Ya ne yapacaktı başka bir iş mi vardı yapacak. Üstüne üstelik bir de evlendik. Kızgınlığı artmaya başladı içinde. İsyan etmek istemiyordu. İsyan da neyin nesi? Kime isyan? Hem isyan bizim gibilerin işi değil ki. Karnı tok, sırtı peklerin işi isyan. Anasına, babasına, karısına, kaynanasına, Allah'a bile isyan etse kimse bir şey yapamaz. Baldırı çıplak oldun mu ben gibi, kaşık düşmanı karının bile oyuncağı olursun. Hadi gel de sıkıysa isyan et, laf söyle karıya. Ağzını açsaydın ya, dediğinde. Anam şöyle dedi, anam böyle dedi. İyi bir şey söylese canım yanmaz hani. Söylediğini kulağı durmuyor bile. Ne sanıyor bunlar beni. Sesim çıkmıyor diye paspas mı olacağım ayaklarına. Karım diye bir şey demedim. Daha ilk günlerden kırmayayım kalbini, garip ne de olsa. Bu günlere kadar el işinde çalıştı o da ben gibi. Hele bekle biraz daha. Baktın olmadı bildiriverirsin haddini. O da gider sızlanır mı, ağlar mı kendisi bilir artık. Ya akıllanır oturur kıçının üstünde ağız tadıyla ya da ben bilirim yapacağımı. Hadi be oğlum hadi be, cılkımız çıktı iyice, yakında turşu oluruz zaten bu arabada. Kolundaki saate bakmaya çalıştı, kafasını rahatlatmak için. Sinirleri kabarıvermişti birden. Hiç kabarmayan sinirlerini bir haftalık evliliği başlatmıştı kabartmaya, hadi hayırlısı; sonumuz iyi olur inşallah. Aklından hiç geçirmediği şeyler geçi geçiveriyordu durmadan. Şu adam da geçi geçiverse önündeki arabaları ne iyi olur. Hemencecik varırdı içine. Ne de olsa otobüsten rahattı iş yeri. Sıkış tepiş, osuruk kokusu zehirleyecek neredeyse. Meret kaptan havalandırmıyor da, ee burnu alışkın herifin. Sen gibi zağar mı o. yıllardır aynı koku. Yazın ter, deodorant, kışın osuruk katlan babam katlan. Herifin işi de kolay değil be. Akşama kadar aynı, nasıl da katlanıyor bu herif. Helal valla. Şükredeyim ben halime. Kışın az soğuk moğuk olsa da atölye, buradan iyidir gene. Arada bir dışarı da çıkıyoruz, daha ne! Biraz rahat hissetmeye başladı kendini şoförle kıyaslayınca.
            Az kaldı inmeye diye düşünüp ilerlemeye çalışıyordu güç bela da olsa. Her durakta dolup boşalıyordu meret araba. Her durak öncekinden felaket oluyordu. Beş dakikası vardı daha işbaşı yapmasına. Şu otomatik de nereden çıktı başımıza. Ne iyiydi daha önce, beş on dakika önemli değildi. Şimdi bir dakika bile önemli. Cırt ettirmedin mi kartı, işin bitti demektir. Karının dırdırını çek, erken kalk sabahları yetişmek için zamanında işe. Vay anam vay, çekilir gibi değil aslında bu hayat. Anan baban zengin olacak koç gibi, bak o zaman sen benim fiyakama. Atladın mı arabaya ver elini Almanya, ver elini Eyfel mi nedir işte oraya. Uçak da var tabii ya. Koskoca şirket, uçak olmaz mı? Adamlar uçakla gidiyor tabii ki. Neyse neyse beni ilgilendirmez elin işi gücü. İşime sıkı sarılayım ben. Kalkarım yarım saat değil bir saat bile önceden kalkarım. Ölecek miyim sanki.
            Durakta durdu otobüs. Kendini zor atabilmişti arka kapıya. İki kişi sıkışmışlardı aynı anda çıkışa “Acelen ne?” dedi yanındaki adama dönerek. Adam yüzüne baktı kızgın kızgın, bir şey söylemeden itti kendisini kapıya doğru. Ohh be dedi içinden ayaklarını yere basınca. Diğer adam hiç arkasına bakmadan gidiyordu koşa koşa. Adama bakmaktan vazgeçip kendi yoluna döndürdü yönünü yürümeye başladı hızlı adımlarla. Saatine baktı tekrar, zamanı vardı biraz daha. Koşturmasına gerek kalmadığını düşünüp aheste aheste yürümeye başladı bozuk kaldırımda.  Sefer tasını sıkı sıkı tutmuştu arabada. Elini gevşetti biraz, uyuşmuştu parmakları. Gene aynısını koymuştur, ne koyacaktı baklava börek mi. Elinden gelen o kadar. “Vermemiş mabut, neylesin Mahmut” misali bizimkisi. Gene düşünceler gelip gelip gitmeye başladı kafasının içinde. Engel olmak istiyordu hepsine, düşünmek istemiyordu hiç bir şey. Arada bir başını salladığını fark ediyordu dalgınlıktan ama olmuyor işte olmuyor işte. “Nasıl söylersin Fatma’m bana bunu?” dediğini duydu kulaklarıyla. Pek de işitirsin sen sanki işittin de ne oldu, söyledin mi bir şey? Söylemedin. Neden? Korktun mu yoksa karından? Hey koca Allah'ım bana sabır ver. Kırmayayım şu garibin gönlünü, ben kırılsam da dayanırım o garibim Fatma’m dayanamaz. Kalbi kırılmasın nolur…
akan-zaman, iş, hanım, evlilik, kaza, iş kazası, fabrika, durak,
Atölye
            Geniş sürgülü kapının sesiyle kendine geldi bir anda. Şangır şungur, şangır şungur öterdi her zaman ama bu gün daha da gür çıkmıştı kapının sesi. O da mı kızgındı ne? Her gün kaç kişi geçiyor o kapıdan? Binlerce. Sen gel de dayan. Kapı ne yapsın. Senin bir karın var, ya onun binlerce. Biriyle başın dertte, onun kaç kişiyle Allah bilir. Adımını attı kapıdan içeriye besmeleyle. Sağla mı yoksa solla mı girdiğini hatırlayamadı. Düşündü içeriye doğru ikinci adımını atarken gene hatırlayamadı, döndü geriye tam kapı rayının üstüne geldi. Askerde öğrenmişti topuk üstünde dönmeyi. Tam rayın üstünde durdu, döndü topuğunun üstünde ve sağ adımını attı içeriye doğru. İşte yapmıştı işin doğrusunu. Ya helada aynı hataya düşmüş olsaydı. Günahı ne kadar ağır olacaktı Allah bilir. Her zaman da dikkat ederdi hâlbuki. İlk defa olmuştu bu gün. Allah günah yazmaz inşallah diye düşünüp başını sallayarak adımlarını hızlandırdı bir anda.
            Kartını cırtlatmış işine başlamıştı. İçi rahat değildi bu gün. Yanlış adımla girdiğinden miydi acaba? Düzelttim ya sonradan, hem de iki adım bile atmadan diye savundu kendini içten içe. Olsun, bir defadan bir şey olmaz. Tanrı da bilir beni nasıl olsa. Kötü biri değilimdir. Bilmez mi benim koskocaman tanrım. Bu seferlik bağışla beni güzel Allah'ım. Ben senin kulun kölenim, Senden sonra da karımın kulu kölesi olacağım anlaşılan. Gene içinden içinden kızgınlığının artmaya başlamış olduğunu hissedince önündeki işe daha fazla dikkat etmeye başladı. Kafasında işten başka düşünce olmayacaktı kendine göre. Baş ustası dememiş miydi öyle. Kaza maza olurdu Allah korusun. Adamın o kadar tecrübesi var bu işte varıp da yalan mı söyleyecek bu kadar kişiye. Tabii ki tutulmalı sözü. Kimin için uğraşıyor adam. Bu kadar kafa patlatması bizim için elbette. Kaza yapsak bizim canımız yanacak. Olan bize olacak gene. Baktı olmadı yerine adam alacak yetiştirecek. Seni mi bekleyecek kocaman fabrika. Tıkır tıkır işleyecek elbet. Ah demeseydi keşke öyle. Ne rahat çalışırdım şimdi. Herkes bana imrenirdi eskiden. Hiç kaza yapmamıştım. Mallarda da bozuk olmuyordu. Örnek işçi oldum bu güne kadar. Bundan sonra da olacağım inşallah. Bir süre de olsa aklından çıkarmamayı düşündü ustasının kendi güvenliği için söylediklerini. Harfiyen uymaya gayret ediyordu. Hepsi de kulağında çınlardı her zaman söylediklerinin.
            Öğle yemeği için tenha bir masa aradı bahçede. Bu gün nedense yalnız oturmak istiyordu canı. Buldu da kimsenin olmadığı boş masayı. Tam da istediği gibiydi, arayan bulurdu ancak onun olduğu yeri. Açtı sefer tasını, yan tarafa koydu kapaklarını. İki patates haşlaması, bir küçük domates, küçük de bir soğan çıktı birinden. Diğerini açtı acelesi varmış gibi. Azıcık yoğurt görünüyordu dibinde. Hayal kırıklığı yaşadı bir an.  Soğana takıldı kafası. Bu kadın düşünmüyor mu soğanın kokacağını?  Somunu böldü ikiye.  Yarımdan fazlaydı eline aldığı parça. Ortasını açtı iki yana ve koydu sefer tasının kapağının üstüne. Patatesleri soydu dikkatle. Ekmeğin arasına koydu iki tane soyulmuş patatesi ve kapattı ekmeği üstlerine. Ayağa kalkıp var gücüyle abandı ekmeğin üstüne iki elini birbirinin üstüne koyarak. Patatesler ezilmişti, açıp tekrar dağıttı. Dağıttıktan sonra kapattı tekrar ekmeğin kapağını ve tekrar sıkıştırdı iki elinin arasında. Besmele çekti ağzına yaklaştırırken ekmeği. Isırdı kocaman bir parça kopardı ekmekten. Birkaç küçük parça patates düşmüştü yere. Düşenlere baktı gayriihtiyari. Kirlenmiş olduklarına karar verip eğilip almaktan vazgeçti. Bir kocaman yıl emek veriyor insanlar onun birini yetiştirmek için. Dikkat etmeliydi telef etmemeye. Günah ne de olsa nimet sonuçta. Bir daha ısırırken koparmak için asılmayacaktı, dişleriyle keserek koparacaktı ekmeği. O zaman dökülmezdi hiç bir şey. Gurur duydu kendisiyle. Hemen de çözerdi her şeyi. Akıllıydı. Çözemeyeceği mesele yoktu kendine göre. Bilim adamı falan olmalıymış ama ahh, imkân, imkânı yoktu. Ah bir imkânım olsaydı, büyük büyük okullara giderdim ben. İşte o zaman görürdün sen beni. Sana kalır mıydım Fatma’m. Okumuş, boyalı dudaklı, ince belli, hanım hanımcık birini alırdım. Koluma girer, gezerdik caddenin kaldırımlarında akşamları. Yemeğimizi lüks lokantalarda yer, sinemaya gider. Çıkınca da el ele yürüye yürüye eve gelirdik. Sen de okusaydın gene seni alırdım emme. Darılmadın değil mi Fatma’m bana? Suçlanmıştı birden Fatma’sını hakir gördüğü için. Saftır benim karım. Anası olmasa altındır o, altın gibi yüreciği vardır. Boşa mı aldım, o sıcacık saf yüreği için.
            Karşısında bir hayalet vardı sanki birden irkildi. Kıpırdandı olduğu yerde. “Ne mırıldanıyorsun oğlum kendi kendine. Erdin mi yoğsam evlenince?” dedi tezgâh arkadaşıydı gördüğü hayalet. Gözlerini kırpıştırdı arkadaşı Yusuf’a bakarken. Uzunca boyuyla dikiliyordu ayakta. “Otur Yusuf otur” dedi şaşkınlığını atarak üstünden. Yusuf oturdu karşısına. Ona bakıyordu dikkatle.  Gözlerini kaçırıyordu durmadan. Dimdik bakamıyordu arkadaşının yüzüne. Herkes biliyordur durumumu diye geçirdi içinden. Baksana adam bile dalga geçmeye başlamıştı kendisiyle.  
            Yusuf da yemek ücretinin kesilmesini istememişti, kendisi gibiydi. Evden anası koyuveriyordu sefer tasına her gün. Ne de tatlı oluyordu anasının yemekleri. Çokça da birlikte yerdik Yusuf’la. Şu halime bak, görse iki küçük patates bir soğan olduğunu mahalleye rezil ederdi beni. Ne de akıllık ettim yalnız oturmakla. Bundan sonra hep böyle yapayım bari diye geçti aklından ama üzüldüğünü hissediyordu kendinin.
            Bir çare düşünmeliydi bu yemek içine. Bir öğündü zaten topu topu. Kaç kuruş kesecekler. Kessinler onu da ne yapayım canım. Sıcak bir aş girer hiç olmazsa karnıma. Kefenin cebi mi oluyor sanki. Karının eline kalırsam ayvayı yedim demektir. Anası daha da fiş fişler onu.  İyiden boku yedim demektir o zaman. En iyisi mi git kaydını yaptır bu gün şu yemek işine. Akıllı ol oğlum akıllı. Onlar ana kız tilkiyse sen de kuyruğu olacaksın tilkinin. Görsün o zaman onlar göreceklerini. Daha rahat bakmaya başlamıştı Yusuf’un yüzüne. Dikkat etmişti gözlerinin içine bile bakabiliyordu artık. Yusuf’a bir şey söylemeyecekti bu konuda. Nasılsa öğrenecekti yarın veya yarından sonra. Arayıp bulamayacaktı bahçede. İçeriye gelip soracaktı bana. Ya da ustaya soracaktı gelip gelmediğimi. Tamamdı bu iş. Aynen yapacaktı düşündüğünü. Hızlandırdı ısırmalarını. Domatesi iki ısırışta bitirivermişti bile. Yoğurda hiç bakmadı. Toparladı her şeyi, kapattı kapaklarını ve çantasına koydu her şeyini. Karnı doymuştu bu günde, yarına Allah kerimdi artık. Yusuf şaşırdı bu kadar acele etmesine Veysel’in. Kendisi daha ekmeğin yarısına gelmemişti. Eşyalarını aldı Veysel masanın üstünden hemen ayağa kalktı “Afiyet olsun Yusuf” dedi acelesi varmış gibi gitti hiç arkasına bakmadan. Yusuf bakakaldı arkasından giderken. Ne de hızlı gidiyor dedi kendi kendine. Bir iş var bunda, gidip bakayım şuna. Başına bir iş miş gelmesin garibin. Ayağa kalktı birden ve hızla devam etti arkadaşının arkasından. Veysel personele giriyordu Yusuf’un kapıya yaklaştığında. Tam karşısındaydı kapının. O da girdi içeriye. Tanıyordu oradakilerden bir kaçını. Aynı mahalledendiler. Veysel’in kayıt yaptırışını duydu, seslenmeden bekledi biraz kapının arkasında. Aniden karar verip kendini fark ettirmeden çıkıp gitti. Veysel böyle bir şeyi neden yapardı. Bu güne kadar yapmamıştı da bu gün niye yaptı akıl erdirememişti. Kuruş, kuruştu onlar gibisi için. Üstelik evlenmişti de. Boğaz artmıştı. Hem anasına hem karısına, yarın bir de çocuk oldu mu zordu Veysel’in işi böyle giderse. Atölyeye doğru yöneldi. Hiçbir şey söylemeyecekti Veysel’e.
            Yusuf’la Veysel yıllardır bu iplik ve dokuma atölyesinde çalışıyorlardı. Mahalleden de sıkı arkadaştılar. Her zaman kollamışlardı birbirlerini. Yusuf severdi Veysel’i ve onunda kendisini sevdiğini bilirdi. İşe alınmasına Veysel sebep olmuştu. O gün bu gündür gidip geliyordu işte. Fazla da bir şikâyeti yoktu hayatından. Şükrediyordu haline.
            Yusuf tezgâhının başında çalışırken uzaktan uzaktan izlemeye almıştı arkadaşı Veysel’i. Veysel’in bu durumu fark ettiği yoktu. Dalgındı bu gün Veysel. Kaza yapmaz inşallah diye düşünüyordu. Birden ses geldi o yandan. Kalabalık toplanıverdi bir anda Veysel’in olduğu yere ve göremez oldu arkadaşını. İşinin başından ayrılamıyordu. Gözü arkadaşındaydı hep de. Kalabalık yavaş yavaş açılmaya başladı, nihayet arkadaşını görebiliyordu Yusuf ama bir tuhaflık vardı, önde giden oydu, arkasından da ustabaşı gidiyordu. Tezgâhı durdurulmuştu Veysel’in. İçine doğmuştu sanki kaza yapan oydu. Günaha mı girmişti yoksa arkadaşının kaza yapacağını düşünmekle, bir işaret miydi kendisi için. Tam karşısında duvar dibinde gidiyordu Veysel elini tutarak. Kendisine baktığını fark etti Veysel’in, el sallamaya başladı birden. Geçmiş olsun demek istemişti aslında ama anlamıştır diye düşünerek önüne döndü Veysel kaybolunca görüntüden.
            Veysel bir eli sarılı döndü içeriye ancak tezgâhı açılmamıştı. Eşyalarını topladı. Yusuf’a doğru yöneldi. Yusuf yanına gelince fark etti arkadaşını. Hemen sarıldı “Geçmiş olsun” dedi. Nasıl oldu diye soracaktı ki sonradan vazgeçti. Olmuştu işte, nasılı masılı mı vardı? “Ben bir hafta gelmeyeceğim Yusuf” dedi boynunu bükerek. Çok üzgündü. İçi cızladı Yusuf’un gördükleri karşısında. Çok üzgün görünüyordu arkadaşı. Hiç böyle üzüldüğünü görmemişti onun. Bazen önemli bir şey olduğunda bile şakaya alırdı. Dalga geçiverirdi hemen. Olay unutuluverirdi birden. Neyse az kalmıştı mesainin bitmesine. Eve uğrar sorardı aklına takılan her şeyi. Şimdi sırası değildi burada. Ayakta dikmeyeyim boş yere diye düşündü. “Sana kolay gelsin ben gidiyorum” dedi Veysel Yusuf’a.  Arkasına bakmadan çıkıp gitti.
                                                                                      Halil GÖNÜL


2 yorum:

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.