Cumartesi, Mart 25, 2017

KAŞIK-8

“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
BÖLÜM-8
16 Eylül 1988

Anasının söyledikleri, aklını bulandırdı Fatma'nın.
"Düşünceler sardı"

KAŞIK

                Sabaha kadar uyuyamadı doğru dürüst Hüsniye. Kendince planlar yaptı, kafasının içinde ağdardı dönderdi ancak kafasına göre bir plan yapamadığını düşünüyordu. Kocasına inat ne edip edip bu kızı ayıracaktı o çulsuz kocasından. Yenice uykuya dalacaktı ki sabah ezanı okunmaya başladı.
                Sabah ezanının okunmasını fırsat bilerek kalktı yataktan, üstüne bir şeyler örtündü ne geldiyse eline attı sırtına. Etrafına bakındı bir şey arar gibi, Zıbarasıca Hüsnü uyuyordu horul horul.
                  Zıbarasıca diye geçirdi içinden ve gözlerini ovuşturarak çıktı odadan. Mutfağa doğru gitti ayakları. Ne de olsa yıllardır aynı zamanlarda aynı yolu tepmişti o ayaklar ve yolu çoktan öğrenmişlerdi. Hüsniye’nin de ayaklarından farkı yoktu. Kafası başka yerlerde dolaşsa da elleri aynı işleri yapıyordu, bir şey söylemeden.
                Sabah kahvaltısı hazırlığı yapmaya başladı Hüsniye’nin elleri ve ayakları, aklıysa kızının aklını nasıl çelerim sorusunun cevabını bulmaya çalışıyordu durmadan.  Elinden bir çay bardağı düştü tezgâhın üzerine pat diye ve kırılıp tuzla buz oldu birden. Parçalar saçıldı ortalığa. Uyuşuk uyuşuk iş yaparsın diye kızdı kendine. Uykusu tam açılmıştı bu vesileyle.  Neden sanki dolaba koyuyorum ki bu bardakları diye geçirdi içinden. Her zaman uzanmak zorunda kalıyorum oraya, koy şuraya tezgâhın uygun bir yerine, iki çay bardağı mı sığmadı artık koskoca tezgâhın üstüne?..
                Bardak sesini duyan Hüsnü de uyuşuk uyuşuk geldi mutfağın kapısına ve başını uzatıp baktı içeriye. “Ha! Bir sen eksiktin, şimdi sen de geldin tam oldu her şey” dedi Hüsniye kızgın ses tonuyla, ters ters bakarak Hüsnü’ye. “Ne halin varsa gör, kahvaltı hazır olunca haber ver, duydun mu?” diyerek geriye döndü Hüsnü. “Emriniz olur Beyefendi, nasıl isterseniz, lazımlık da ister misiniz?” dedi Hüsniye kızarak, bağırdı arkasından. “Allah o durumlara düşürüp de eline baktırmasın, görmesin gözlerim o günleri…”
                Hüsniye ortalığı temizledi elektrikli süpürgeyle, aman ya kaldıysa sırça parçaları bir yerde, ya ayağıma batarsa diye diye tekrar tekrar tuttu süpürgeyi ortalığa. Sabahın köründe süpürgenin sesi yırtıyordu alaca karanlığı.  Yorulduğunu hissedince emin oldu artık cam kırıklarının temizlendiğinden ve kahvaltı hazırlamaya geçti…
                Gün iyice ağarmıştı kahvaltı hazırlandığında ve Hüsniye yatak odasına geçti pencerelerin perdelerini açmak için. “Kahvaltınız hazır paşa torunu” dedi sitemle Hüsnü’ye bakmadan. Yatağının üzerinde öylesine oturan Hüsnü duyduğu sesten irkildi birden ve indi yataktan. Giyinmişti kahvaltı hazırlanırken, sakal tıraşını olmuş, çok sevdiği yıllardır hiç değiştirmeden kullandığı limon kolonyasından sürünmüştü tıraştan sonra. “Gene zıkkımdan sürmüşsün yüzüne, zehir gibi kokuyor sanki, açayım şu pencereyi de havalansın biraz biz mutfaktayken” dedi homurdanarak Hüsniye.
                Kahvaltı çok sessiz geçti ne Hüsnü Hüsniye’ye ne de Hüsniye Hüsnü’ye bir şey söyledi. Birbirlerinin yüzüne bile bakmadan tamamladılar kahvaltılarını. Hüsnü kalktı önce masadan ellerine sağlık” diyerek. Geriye masayı toplamak kaldı Hüsniye’ye. Bu arada kafası da netleşmişti. Bu kahvaltı baya da işe yaradı diye düşündü kendi kendine. Kapıya doğru giden Hüsnü’nün arkasından baktı derin bir nefes alarak. Kendince kafa salladı arkasından Hüsnü’nün. Ben bilirim yapacağımı der gibiydi.
                Hüsnü uzun süredir emekli arkadaşlarını görmemişti. Oturdukları kahve geldi aklına birden. Sanki şimşek çakmıştı kafasının içinde ve arkadaşları bir masa etrafında oturmuş sıkış tepiş şakalaşıyorlardı gözlerinin önünde. Kendisinin orada olduğunu düşündü o an ve kapıdan girişinde takılmalarını hayal etti. Özlemişti hepsini de. Az mı birbirimizin kahrını çektik yıllardır, abi-kardeş gibi olduk hepsiyle de diye düşünerek acele etmeye başladı.
                “Nereye böyle sabahın köründe, öteki karıların mı çağırdı, süslenip püslenmeler?”  Tam da kapıdan dışarıya adım atacaktı ki bir den dönüp Hüsniye’ye “Sabah sabah tadımı kaçırma kadın, dalaşma bana, kırmayayım kalbini.” Döndü tekrar adım atmaya devam etti. Hiçbir şey dememişti Hüsniye arkasından. Ayakkabılarını giydi yere sürterek. Dışarıya birkaç adım atmıştı ki: “Sakın akşam dediklerimi unutayım deme” diyerek dış kapıya doğru yöneldi. “Unutmam, unutmam aklın kalmasın geride” dedi yüksek ses tonuyla Hüsniye. Laf olsun diye söylenen bir cümleydi, bildiğini okurum ben anlamı taşıyordu ses tonu. Yıllardır karısını bilmez miydi Hüsnü, elbette biliyordu ama kararlı olduğunu da anlatmak istiyordu bu konuda…
                Hüsnü’nün kapıdan sokağa çıkışı kapının çarpılışından belli olmuştu. Sanki dünya ger geniş oluvermişti birden Hüsniye’ye. “Sakin, sakin. Sakin ol!” dedi kendine. Etrafına da bakındı gayri ihtiyari tedbiren. Hemen salona koştu telefonun başında dikildi birkaç saniye ve eline aldı telefonun üstündeki oyalı tülbenti, ahizeyi kaldırdı kulağına doğru, numarayı çevirmeye niyetlenmişti ama vazgeçti birden ve elinden bıraktı yerine ahizeyi. Tekrar tülbenti örttü üstüne.
                “Daha çok erken, bu saatte kalkmamıştır bu çocuk, o mendebur kocası olacak çulsuz da işe gitmiyor, bekleyeyim biraz daha” dedi sanki karşısındaki birisiyle konuşuyormuş gibi. Etrafında döndü birkaç kez. “Off delirdim mi, ne? Başım döndü. Otur şuraya Hüsniye, dellenme sabah sabah.” Diyerek oturuyordu ki tam kıçı değecekken birden fırladı ayağa ve mutfağa doğru yöneldi kıvrak adımlarla.
                “Akıllı Hüsniye, kahveyi neden akıl edemedin daha önce, haydi bakalım yap şu hanım hanımcık hanımefendiye bir acı kahve de falımıza bakalım, keyfimize de bakalım” diyerek etrafında dönmeye başladı ritimle, dans eder gibiydi. Kahvesini koydu fincanına ve eline alarak yavaş yavaş salona doğru yürüdü.
                Pencerenin açık olduğunu gören arkadaki yolun karşısında oturan komşusu Hava işe gidiyordu acele acele, yaklaştı pencereye, “Huu komşu gıız, nerelerdesin?” diyerek cama vurdu tırnaklarıyla. Elinde kahveyle içeri girerken gördü Hüsniye Hava’yı. “Gel kııız, nereye sabah sabah, kahve iç de git nereye gideceksen!” dedi Hava’ya eliyle gel işareti yaparak. “Bak ne güzel de köpüklü yaptım” diyerek sehpanın üzerine koyduğu fincanı işaret etti. “Senin haberin yok tabii, kız ben işe başladım yeni; işe gidiyorum geç kalmayayım daha ilk günlerden. Sonra içerim kahveni alacağım olsun. Hadi bayyy.” Diyerek hızlıca yürümeye başladı iniş aşağı taş döşeli yoldan.
                Hüsniye şaşırdı işe başladığını duyunca ve kalkıp yerinden pencereye gitti birden, açık pencereden başını uzattı dışarıya izlemeye başladı havayı. Etrafına bakındı önce, yukarıya aşağıya da baktı kimse var mı komşulardan görünürde diye. “Nasıl da sallıyor koca kıçını, koca arıyor koca, bu sefer bulur kesin çalıştığı yerde” dedi fısıldar gibi yanındaki birisine.
                Hava’nın kocası kötü hastalıktan öleli epeyce olmuştu. Yıllardır yalnız yaşar kocasından kalan o köhne evde. “Kimseleri beğendiremedik bu zilliye de bu zamana kadar, var elbet birisi ki kimseye de pas vermiyor, söz de düşürmüyor. Görürsün sen Hava zillisi, ben de senin ipliğini pazara çıkarmazsam alacağın olsun.” Diyerek bakındı tekrar etrafına ve gözden kayboluncaya kadar Hava’yı takip etti gözleriyle. Gözden kaybolunca Hava gelip oturdu kahvesinin başına. Bir yudum aldı yavaş yavaş, kahvesinden ve geriye bıraktı fincanı tekrar; yaslandı arkasına. “Oh be! Ne de rahatmış bu koltuk böyle, yıllardır fark etmemişim hiç. Ayol bizim mendeburdan bize mi düşüyor buraya oturmak, eve girdiği gibi gelir bu koltuğa çöker hemen.” Tekrar arkasına iyice yaslandı kıçını geriye çekerek. Göğsünü öne doğru çıkardı, eteğini yukarı çekerek sağ bacağını sol bacağının üstüne atıp ayak bileğinden bir ileri bir geri oynatmaya başladı ayağını. Başını da kaldırıp tavana dikmişti gözlerini. “Hadi bakalım benim akıllı Hüsniye’m çalıştır şu eski model saksıyı da bir yol bulalım şu işlere. Zaten geç kaldık kalacağımız kadar, daha fazla geç kalmayalım. Zararın neresinden dönersen kardır Hüsniye.” Dedi duyulur şekilde.
                Hafif öne eğilip fincanını aldı sağ eline ve bir yudum daha aldı çalımla tekrar yaslandı arkasına. Sağ yanında duran telefona kaydı gözleri tekrar. Duvardaki saate baktı. Vakit epeyce ilerlemişti kendisine göre. Artık kız kalkmıştır sümsük, züğürt kocasının koynundan diye düşündü ve birden el attı telefona. Acelesi var gibiydi. Heyecanlı hissediyordu kendini. “Ha cesaret Hüsniye, senin elinden ne kurtuldu da bu iş kurtulacak” dedi kendine cesaret vermek için.
                “Aloo!” dedi, titrek sesiyle. “Efendim anne” dedi Fatma telefonun öbür ucundan. “Kız neredesin?” “Mutfaktayım anne, kahvaltı hazırlıyorum. Hayrola hangi dağda kurt öldü de arıyorsun bu saatte. Üstelik sesin de titrek geliyor. Neler geçiyor aklından gene?” dedi Fatma. “Bırak zevzekliği de soruma cevap ver; kocan dışarı çıkacak mı bugün? fırsat kolla da bana gel, gelmeden önce de telefonu üç kez çaldır eskisi gibi. Ben anlarım. Anladın mı...?”  “Tamam anne, gene neler çeviriyorsun bir bakalım?” dedi Fatma, telefon kapandı karşıdan.
                Kahvaltıyı yaptılar hep birlikte ve Anası Veysel’e dönerek “Oğlum ben pazara çıkacağım öğleye doğru, işin yoksa gel bana yardım et, artık belim fazla ağrımaya başladı bu aralar.” Ana benim biraz işim var arkadaşlarla. Bir soruya takıldım onu soracağım arkadaşa, siz Fatma ile gidin bugün pazara” dedi Veysel Fatma’ya bakarak. Bir an dondu Fatma, sessiz kaldı; sanki bir şey düşünüyor gibiydi. Anası gelmişti aklına ve hemen toparlandı. “Veysel’im benim de biraz midem bulanıyor başım dönüyor. Üşüttüm mü ne? Ya da yediğim bir şey dokundu. Beni mazur görseniz olmaz mı?” diyerek masumiyet takınıp hafifçe de boynunu bükerek baktı süzgün süzgün Veysel ve anasına.
                “Tama o zaman, ben hemen gidip geleyim. Yakın zaten hemen iki sokak ileride arkadaşın evi. “Sen beni bekle ana, birlikte gideriz.” Dedi Veysel, hemen masadan kalktı aceleyle ve yatak odalarına yöneldi birden. Aceleyle giyinip kitabını ve not defterini alıp kapıya doğru yöneldi. Fatma da Veysel’i yolcu etmeyi ve güle güle öpücüğü vermeyi ihmal etmedi.
                Sultan’ın içine bir kurt düşmüştü bu arada, fark ettirmeden Fatma’yı izlemişti kahvaltı boyunca. Bu kızın bir hali var ya bugün, dur bakalım diye geçirdi içinden. Eskiden pazara giderken can atan kız bugün hasta oluverdi ustayken daha sabahın köründe. 
                Mutfağı  oflaya puflaya toparlayan Fatma ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra oturma odasına giderek “Anacığım var mı benden istediğin bir şey? Eğer yoksa biraz uzanmak istiyorum, üstüne afiyet midem kötü de” dedi yüzünü buruşturarak Sultan’a.  Başını çevirip baktı Fatma’nın suratına gülümseyerek “Yok kızım ellerine kollarına sağlık, geçmiş olsun sen bak rahatına.” Dedi.
                Sultan Pazar hazırlığını yapıp kapının önüne koydu Pazar arabasını. Alacaklarını da aklında tutuyordu. Kararını değiştirdi birden. Pazar’a Veysel’i gönderecek kendisi Fatma’yı izleyecekti. Bakalım ne işler çeviriyor gene anasıyla. Kesin anasına gidecektir. Allah var ya yukarıda anası aramıştır gene telefonla.
                Veysel geldi bir telaşla geç kalıyorum diye. Anasını otururken görünce şaşırdı birden. Eskiden kapının sesini duyduğu zaman Pazar arabasıyla kapının önünde biterdi. “Ana ben geldim” dedi kapının dışından. İçeriye girmek istemiyordu.  “Oğlum bağırma Fatma uyumuştur uyanmasın” diye bağırdı Veysel’e. Fatma’nın duymasını istiyordu besbelli. Yavaş yavaş kapıya doğru çıktı Sultan ve Pazar arabasını uzattı Veysel’e. Birlikte çıktılar sokak kapısından ve kapıyı bilerek hızlı çarpmıştı Sultan, kaza oldu süsü vererek Veysel’e. Amacı çıktıklarını duysun Fatma, istiyordu.  Sokağın ucuna kadar yürüdüler birlikte ve hafif aksamaya başladı Sultan. “Bu dizlerin de tutacağı tuttu bugün” dedi hafif eğilip sağ dizini ovuşturarak.  Bu durumu gören Veysel anasına dönerek, şefkatli ve sevecen gözlerle bakarak “Anacığım sen gelme haydi, dön otur evde, ben hallederim Pazar işini” dedi sımsıcak ses tonuyla. “Olur oğul olur, hadi sana güle güle” dedi oğlunun sağ omuzuna dokunarak. Zorla ayağının üstüne basıyormuş gibi yapıp olduğu yerde dinleniyor görüntüsü oluşturmak istedi Veysel gözden kayboluncaya kadar…
                Cevriye kadın geliverdi hemen aklına o anda. Tam da Hüsniye’lerin evlerinin karşısındaydı evleri ve çoktan beri de görüşmemişti Cevriye ile. Yusuf’un anasıydı Cevriye ve uzun zamandır ahbaplıkları vardı. Hem oğulları da iyi arkadaş olmuşlardı. Güvenilir insanlardı, bugüne kadar tanış olalı bir kötülüklerini görmemişti ailenin. Çocukları da pırıl pırıl. Kızını everdi ama oğlu Yusuf’u da baş göz etme hazırlığındaydı Cevriye. Hem biraz dertleşiriz dedi kendi kendine ve doğruldu o yöne doğru. Fatma’nın anasına gittiğini göreyim yeter bana diye düşünüyordu. Anasına giderse zaten bilinen bir durumdu mesele. Bugüne kadar alttan almıştı her şeyi, Veysel’e çıtlatmamıştı hiçbir şeyi.
                Zile bastı Sultan, daha basar basmaz zilin sesi kesilmeden “Geldim geldim” diyen sesini duydu Cevriye'nin. Her zamanki gibi capcanlıydı sesi. Pek kıvraktır, eli ve ayakları çabuktur Cevriye kadının diye başını salladı. Kapı açılıverdi birden ve irkildi Sultan. “Aman da kimler gelmiş, benim can komşum gelivermiş. Tam da zamanında geldin kız Sultan komşum, gel gel hele geç, niye kaldın öyle ayakta?” dedi Cevriye hareketsiz duran Sultan'ı görünce. “Kör olasıca sağ dizim tuttu gene kız Cevriye, pazara gidemedim, daha şuracıkta köşe başından oğlanı gönderdim pazara. Geri dönüyordum ki aklıma düştün birden. Hadi bir uğrayayım dedim kendi kendime ama rahatsızlık vermiyorumdur inşallah!” dedi zorla adımını atarken sokak kapısından içeriye. Cevriye de girdi koluna yardım için ve bahçeden içeriye doğru birlikte yürüdüler.
                Evde görünürde Cevriye’den başka kimse yoktu şansından. Cevriye de biliyordu Hüsniye’nin haltlarını ve daha önceleri de dertleşmişlerdi birkaç kez. “Kız Allah gönderdi seni bana bugün. Tam da ben de seni düşünüyordum sabahın köründen beri. Sen gelmesen ben gelecektim yarım saate kadar yanına.” Dedi Sultan’ın suratına telaşlı telaşlı bakarak. Gözleri pek parlamıyordu eskisi gibi. Bir derdi vardı sanki.
                “Hayrola, Cevriye! Nedir bu telaşın, endişen? Seni uzun yıllardır bilirim, hiç böyle görmedim seni. Anlat hele, elimden gelen ne varsa elinde bil. Hadi söyle.” Dedi eliyle Cevriye’nin yanağını okşayarak. Kendi derdini unutmamıştı ama merak da etmişti Cevriye’nin derdini. “Gel şuraya pencerenin kenarına geçelim o zaman, sen otur ben de iki acı kahve yapıp geleyim hemen. Derdim çok komşum, bir türlü çıkamadım işin içinden. Bizimkiler…” tamamlayamadı cümlesini ve kahve içerken konuşuruz değil mi ya?” dedi Cevriye. Telaşla kalkıp yerinden ve mutfağa doğru hızlıca yürüdü…
                Pencerenin kenarına oturmaları da tam şanstı, olmasaydı da kendisi isteyecekti zaten oraya oturmayı. Tam da rahat görünüyordu Hüsniye’nin kapısı. Gözünü hiç ayırmayacaktı o kapıdan. Kesin emindi ama gene de günahını almak   istemiyordu Fatma’nın ve gözleriyle görmek istiyordu o eve geldiğini ve kapıdan içeriye girdiğini. Pencerenin tülünü çok hafif araladı eliyle, dışarıdan fark edilmeyecekti içerisi.  Yüz yüz elli metre kadar vardı mesafe kuş uçuşu.
                “İşte kahvelerimiz de geldi komşum, hem de bol köpüklü oldular şansından. Her zaman böyle köpürmüyor bu meret.”  “Ellerine sağlık” dedi Sultan kahvesini alıp sehpanın üzerine koyarken. Bir bardak su da bıraktı yanına Cevriye. Tepsisini de sehpaya koyarak karşısına oturdu Sultan’ın. Başını kaldırıp dikkatlice baktı Sultan’a. Sultan da telaşlı görünüyordu. “Kız komşu, ben hiç senin halını hatırını sormadan daldım, şiş boka şiş dalar gibi. Senin de var bir derdin. Söyle hele nedir derdin? Endişelisin sen!” dedi acıyarak Sultana baktı bir süre. Gözleri dolu dolu oldu önce Sultan’ın, duygulanmıştı Cevriye’nin anlayışlı sıcak davranışından. Kahvesinden yudum aldı yutkundu, aslında iki yutkunmayı bir anda yapmıştı Sultan. Boğazına düğümlenmişti kelimeler de yutkunamamıştı, kahve vesile oldu yutkunmaya…
                “Kız sen biliyorsun zaten bizim derdimizi, başka derdim mi var benim? Topu topu bir oğlan işte, bir de başımızdaki dünür olacak Hüsniye. Sen şimdi boş ver beni de senden bahset. Benimkinin çözülecek bir tarafı yok. Burada olmam yetiyor şimdilik. Şuradan anasına gelip gelmediğini görmek istiyorum, benim bütün derdim bu işte. Onu da buradan rahat görebiliyorum. Hem oraya bakar hem de seni dinlerim.” Dedi Sultan kendini toparlamış, güçlü olduğunu göstermek istercesine…
                Fatma yatak odasından dinledi bütün olanları ve duydu her söyleneni açık seçik. Kapının çarpılmasını da duydu. Gittiklerinden emindi artık. Hemen yatağından çıkıp anasını çaldırdı üç defa. Kapattı cep telefonunu.  Veysel her ihtimale karşı tedbirli olmak için Fatma’ya bir cep telefonu almıştı evleneceklerine yakın. Kendisinde de vardı ikinci el bir telefon. Ucuza gelmişti ona.
                Fatma arar aramaz sildi hemen telefonundaki arama kaydını. Tedbirli olmakta fayda vardı. Aynanın önünde kıyafetini düzeltirken çaldı telefonu ve arayan anasıydı. “Anne, evde misin? Bizimkiler gittiler pazara, bir iki saate ancak dönerler hemen geliyorum” dedi ve kapattı telefonunu. Saçlarına bir tarak vurdu acele acele ve hemen üzerine mantosunu alıp aceleyle çıktı odadan. Saat aklına geldi birden çıkarıp telefonuna baktı, öğleye yakındı. İyi dedi kendi kendine ve ayakkabılarını telaşla takıştırdı ayaklarına. Kapının kolunu çekti ve aceleyle indi beş basamağı. Sokak kapısına doğru yöneldi ve mandalını açıp, kapıyı araladı; sokağa başını uzatarak göz attı gelen giden bir tanıdık var mı diye ve kimse göremeyince acele ederek kapıyı çekiverip hızlı adımlarla yürümeye başladı sokağın köşesine doğru. Telaşının fark edilmesini istemiyordu kendine göre ve sakin yürümeye çalışıyordu. Anasının neler diyeceğini de merak etmiyor değildi. Merak etmeseydi niye gidecekti ki zaten. Kocasıyla pazara gider istediği şeylerin hepsini aldırırdı. Olsun, başka zaman aldırırım Veysel kaçmıyor ya diye düşündü…
                Sokağın sonundaki köşeyi dönüp hafif rampaya sardı ve kendince etrafı kollamaya başladı. Evlerini gördü o anda ve anası mutfak penceresinde yolunu gözlüyordu. Uzaktan fark edebildi onu. Daha da heyecanlanmıştı. Adımlarını biraz daha açarak hızlandı… zile basar basmaz kapı açıldı. Hemen girdi içeriye ve kapıyı kapattı arkasından…
                “Gel benim akıllı kızım, anasının kuzusu gel otur şöyle bakayım.” Dedi Hüsniye. “Ana ne söyleyeceksen hemen söyle ben gideceğim. Yüreğim ağzımda geldim zaten. Yalan da söyledim millete hastayım diye. Gelmeden evde olmalıyım.” Dedi titreyen sesiyle Fatma. Hafif ter kabarcıkları görünüyordu alnında, boynunda. Hüsniye elinin tersiyle sildi onları ve avuç içiyle yanağını okşadı Fatma’nın. “Benim akıllı kızım, iyi dinle şimdi beni. Bu fırsat kaçsın istemiyorum. Babanla papaz olmayalım diye de adım senden gelsin istiyorum, iyi anladın mı beni?”  Kafasını aşağı yukarı salladı Fatma, endişeyle, tamam demekti bu işaret.
“Kızım, adam ilk seferde hemen evet dersen bir daire alacak üstüne; hem de şehrin göbeğinden. Nikahı bastın mı da altına sıfır bir araba. Sen de biliyorsun bu adamı, tanıdık bildik birisi ve çok zengin. Parayla pulla işi yok adamın. Tek derdi o iki kız çocukları. Onlara baktın mı bir elin yağda bir elin balda. Hizmetçi de tutacak eve. Sen hiçbir şeye el sürmeyeceksin. Ee söyletme bana, sen de anla artık gerisini. Sen de bilirsin adam nasıl avuç içinde tutulur. Gel he de hemen yarın haber uçurayım adama beklesin biraz daha. Adamı zor zapt eder oldum sen evlendin evleneli. Adam vazgeçmişti bu işten zorla ikna ettim tekrar ve fazla zamanımız da yok…”
alınacağı düşünülen araba
araba
Bir süre düşündü anasının dediklerini Fatma.  “Tamam, düşüneceğim. Ne kadar zaman verdi adam sana?”  “Bir ay kadar zaman alabildim zorla, adamın etrafında bir sürü süslü püslü kadın var, adam hiçbirine de pas vermiyor, ille de seni diyor olursa diye. Sen çok fazla şehirli değilmişsin ve gözlerin çok açık değilmiş ona göre. Tam da aradığı vasıflar varmış sende. Çocuklarıyla da iyi vakit geçirirmişsiniz. Biraz kurcalayınca aldım ağzından bu baklaları. Kıymetini bil kızım, tepme bu ayağına gelen fırsatı. Tanrı güldü bak yüzüne. Tanrının isteği bu sanki, bir tepersen bir daha tanrı bakar mı suratına a kızım, akıllı kızım benim. Hem bize de faydan olur belki, beni de kurtarırsın şu baban olacak zebaniden…”  “Tamam ana ben seni ararım, düşüneceğim bir süre. Ben gidiyorum şimdi. Hoşça kal” dedi ve birden fırladı ayağa.
Üstüne başına çeki düzen verdi tekrar aynanın karşısında Fatma ve kapıya doğru yöneldi tekrar. Kapıyı aralayıp sokağa baktı ve hızlıca çekiverdi kapıyı sokakta yavaş yavaş yürümeye başladı. Kolundaki saate de baktı, çok zaman geçmemişti neyse ki. Bir derin nefes alıp verdi “Bu işi de atlattık böylece” dedi kendi kendine mırıldanarak. Yirmi metre kadar gidince adımlarını açarak hızlandı. Ne de olsa kocası erken dönebilirdi pazardan. Anası da fazla yürüyemediği için hemen birkaç yerden alırlar alacaklarını geri dönebilirler diye düşünerek bir an önce evde olmak isteği uyandı içinde.
Veysel alışverişini yapmış aheste, aheste geliyordu yolda Pazar arabasını çekerek. Arada bir tık tık sesleri çıkarıyor Pazar arabası. Bazen çukurlara takılıp bozulmuş parke taşlarını söküyordu çekince. Ispanağı bol bol almıştı. Yumurtalı kavurması çok hoşuna gidiyordu, çocukluğunda anası her hafta yapıveriyordu ona. Fatma’sı yapıyordu artık ona istediği zaman yumurtalı ıspanak kavurmasını. Anasının yaptığı gibi olmasa da Fatma’nın yaptığının tadı da başka oluyordu ona göre. Damağında hissetmeye başladı tadını düşününce. Adımlarını açtı biraz daha, hiç olmazsa öğle yemeğine evde olsun da yaptırsın diye eve ulaşmak isteği uyandı birden içinde…
“Kız Cevriye, ben öleceğim günü bilmiyorum bir, onu da bilsem tam olacak. Bu kadın bizim oğlanın yuvasını dağıtacak, içim yanmaya başladı. Sen de gördün ya telaşlı halini. Hem gelirken hem de giderken nasıl da telaşlıydı benim gelin. Daha ufak da yaşı. Aklı ermiyor şere, şora. Azıcık aklı erse anasına cevap verir ama umutlarım zayıflamaya başladı. Oğlan hiçbir şey bilmiyor, yıkılır yavrum; elinden bir kaza maza çıkar diye korkmaya başladım son zamanlarda. Uyku tünek kaçtı bende. Gece kuşu oldum senin anlayacağın. Senin derdin de var ama hele dur bakalım sen daha yolun başındasın. İyi ölç biç enini boyunu, bir sökük gördün mü bir yerde yamamaya kalkma hiç de. Olmuyor, yama tutmuyor bu işler. Her şey çok değişmiş, hele şehir yerinde her şey daha da değişik. Biz anlayamıyoruz başımıza gelmeyince. Acele etme derim sana, çocuklar tanısın birbirlerini epeyce ve siz de aile olarak tanırsınız birbirinizi, her şey baştan sağlam olursa daha iyi olur Cevriye’m, iyi yürekli komşum benim. Haydi kal sağlıcakla. Şeref kahven olsun, bana da buyur gel tez zamanda daha enine boyuna konuşuruz olmaz mı?” dedi ve ayağa kalktı Sultan. Dış kapıya kadar yolcu etti Cevriye Sultan'ı
Sultan biraz uzaklaşınca aksama işlerinden vazgeçip hızlanmaya başladı.  Etrafına bakınarak dalgın dalgın yürümeye başladı. Bir süre yürüdü, tam da Veysel’i gönderdiği köşeye geldiğinde Veysel de göründü karşıdan. Bekledi onu birkaç dakika ve yavaş yavaş yürümeye başladı tekrar basmaya zorlanıyormuş gibi. “Ana senin ne işin var burada?” dedi Veysel anasını fark edince. Oğlum çiçek yağı az kalmış da onun için gelmiştim bakkala, şans işte yeni bitmiş, toptancısı gelmemiş daha sabahtan beri, kızıp duru adam. Olsun evdekiyle idare ederiz.” Dedi Sultan. “Kız uyuyordu, rahatsız etmeyeyim dinlensin diye kendim geldim.” Dedi aksayarak. “Bekle ben öbür bakkaldan getireyim.” Dedi anasına Veysel. “Hayır hayır, gerek yok biraz var dedim ya, yeter bu günlük, yetmezse de konu komşudan alırız bir su bardağı. Ödünç yiyen kesesinden yermiş nasılsa, haydi biz gidelim…”
Fatma tam eve gelmişti ki içine bir kurt düştü birden ve sıkıntı bastırdı içini. Dış kapıdan içeriye adımını atar atmaz hızla kapattı kapıyı ve çantasını karıştırmaya başladı telaşla. Elleri titriyordu, dizlerinin de bağı çözülür gibiydi sanki. Korku muydu, başka bir şey miydi hissettiği bir türlü anlayamıyordu. Eli ayağına dolaşmıştı bir anda. Anahtarını bulamıyordu çantasında bir türlü. Basamakların yanındaki masanın üzerine boşalttı çantasını tek tek baktı eşyalarına ama yoktu anahtar. Ceplerini karıştırmaya başladı bir umutla. Sanki eline geliverecekmiş gibi hissediyordu her el atışta ceplerine ama boşunaydı bütün umutları. Ne çantadan ne de ceplerinden anahtar çıkmıyordu bir türlü. Terlemeye başladı birden, yanakları yanıyordu sanki alev alev. Alnındaki ter tomurcuklarını sildi elinin tersiyle ve çaresizce eşyalarını tekrar gözden geçirdi ve tek tek attı her birini çantasına…
Bahçe kapısının önünde Veysel ve Sultan’ın konuşma sesleri geliyordu. Git gide yaklaşıyorlardı seslerinden anladığına göre Fatma’nın. Telaşını bastırmaya çalıştı var gücüyle, derin derin nefesler alıp verdi ve bir o yana bir bu yana gezinmeye başladı. Hiç olmazsa gördüklerinde sakin görünmek istiyordu kendilerine. Soran olursa da Cevriye teyzeye gittim derdi, arada bir gittiği yerdi nasılsa…
Veysel açtı bahçe kapısını ve Sultan girdi önce içeriye arkasından da Veysel Pazar arabasıyla. Pazar arabasını kaldırdı biraz ve bahçeye doğru döndürdü ve bıraktı. Tam da bıraktığı anda Fatma’yı fark etti ayakta dikilirken. Sultan da fark etti ama hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. “Canın mı sıkıldı kızım?” dedi aksak aksak yürüyerek Fatma’ya doğru. İyi olmuş hava almaya çıkman biraz için açılmıştır hiç olmazsa.” Diyerek yanına kadar geldi. Fatma’nın suratının kırmızılığı ve teri kaçmadı Sultan’ın gözünden. Anladı hemen anahtarını unuttuğunu ve kapı önünde kaldığını.  Veysel’in soru sormasına fırsat vermek istemiyordu Sultan. Bu nedenle de durumu kendine göre idare edip Fatma’nın durumunu ve telaşının ortaya çıkmasını istemiyordu… Tam anahtarını çıkarıp Fatma’ya uzatacakken “Nereden geliyordun Fatma?” dedi Veysel Fatma’ya bakarak. “Yatarken canım sıkıldı iyice, siz de yoksunuz ya, Cevriye teyzelere gidip geleyim demiştim beş dakikalığına ama anahtarımı unutmuşum içeride. Kapıda kaldım anlayacağınız. Allah'tan siz yetiştiniz de kurtuldum beklemekte. Ne şanslıyım değil mi?” dedi zoraki gülümseyerek. Şaka yapmaya çalışıyordu aklınca Fatma…
“Al kızım anahtarı” dedi Sultan ve elindeki anahtarları uzattı Fatma’ya. Fatma rahatlamıştı. İyi atlatmıştı durumu kendine göre. Varıp da Cevriye teyzelere mi soran olacaktı ben geldim mi gelmedim mi diye? Bir fırsatını kollar uğrayıveririm bugün gene de diye düşünerek anahtarı elinde düzelterek kapının kilidine soktu ve çevirdi yavaşça. Tık diye ses çıkararak açıldı kapı. Çok hoşuna girmişti tık sesi. Hiç de bu kadar çok seveceğini düşünmemişti bu sesi. Demek ki çok sevimli olabiliyormuş hiç önemsenmeyen sesler bile.  Kapıyı açıp ileriye itince dönüp arkaya yol verdi Sultan'a ve Veysel’in elindeki Pazar arabasını aldı elinden kendisi götürdü içeriye…
Sultan'ı içi cız etti Fatma’nın yalanını duyunca, kavrulup yanmaya başladı içinde bir yerler ve kendisini fırına atılmış gibi hissetmeye başladı birden. Başı dönmeye başladı. Zor bela atabildi kendini odasına. Kapısını kapatırken de herkes telaşlanıp veya şüphelenmesin diye “Çok terledim ben” diyerek kapısını kapattı odasının. Yatağının üstüne bırakıverdi kendini öylesine ve başını elleri arasına alarak dirseklerini destek yaptı dizlerine bir süre öyle kaldı hiç kıpırdamadan… bizim işler iyice çetrefilleşti diye geçirdi içinden, Allah sonumuzu hayır eder inşallah. Bu kızın yalanları çoğalmaya başladı bir halt karıştıracak bunlar anasıyla. ‘Anasına bak kızını al, kıyına bak bezini al.’ Diye boşuna dememiş eskiler diye hayıflanıyordu içten içe. Yüreği sızlıyordu, kan çekiliyormuş damarlarından gibi hissetmeye başladı oturduğu yerde. Bir an yürüyemeyecekmiş gibi hissetti ve telaşla, panikle ayağa fırlayıp oda içinde birkaç adım atmaya çalıştı. Oh şükür bir şey yok diye de rahatlığını kendine hissettirmek için içinden içinden konuşmaya başladı birisiyle konuşuyormuş gibi. Cevriye geliverdi aklına o anda. Dillere düşmekten, rezil rüsva olmaktan korkmaya başlamıştı birden.  Dur bakalım hele, gün doğmadan neler doğar, oğlanla bir şey konuşmayayım daha. Gözümden de ırağa salmam olur biter bir süre daha. Nasılsa var daha oğlanın işe başlamasına. İkisi birlikte gezip dolaşsınlar birkaç gün anlaşılır nasılsa bir şeyler. Kendince düşünmeye çalışıyordu Sultan sessiz sessiz…
Elini yüzünü yıkayıp kurulayan Veysel “Fatma, bolca ıspanak aldım, kavursan da yesek ya!” dedi bağırarak aynanın karşısında kendine bakarak. “Olur canım, nasıl istersen, istersen börek yapayım ister misin?” Fatma’nın sesini duyan Veysel: “Kalp kalbe karşıdır diye boşuna dememişler kız, tam da aklımdan geçeni söyledin, ben fazla eziyet olmasın sana diye kavurma düşünüyordum ama ne yalan söyleyeyim içimden de börek geçiyordu, şöyle kızarmışından hem de çıtır çıtır. Yanına bir de ayran yaptım mı bak sen keyfe! Sağ ol karıcığım, şimdiden ellerine sağlık…
              
                                                                                 25-03-2017

Halil GÖNÜL

 Görsel: Pixabay.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.