Salı, Mart 07, 2017

Pazar Gözlemim-2 ve yaşanan hayatlar.

""

Pazar Gözlemim-2

5 Mart-2017-Aydın Merkez Pazar-Pazar’ı

                  Aydın merkezde Pazar pazarından, herkese bir daha “Merhaba” sevgili okuyucularım.
                Daha önceki  PazarGözlemim-iki haftadır en çok okunanların başında geliyor- yazımı okuyan Sevgili misafirlerim tahmin etmişlerdir hemen başlığı görünce. Haklılar, evet bu hafta aynı Pazar pazarına gittim ikindi üzeriydi.
                Evde gün boyu oyalandım ıvır zıvır işlerle, özellikle Google Croome’daki ortaya çıkan sorunlar çok uğraştırdı yine. Neyse önemli bir sıkıntı yaşamadan çözüldü mesele tekrar. Çok şey indirip bindirdiğim için kafası karışıveriyor bazen anlaşılan, idare edeceğiz artık!
                Öğleye doğru “İçimdekiÇocuk” yazımı yayınladıktan sonra canım sıkılmaya başladı evde. Dışarıdaki hava mest ediyordu insanı ve adeta “Dışarıya gel, ne yapıyorsun orada bunak herif?” diyordu bana. Alınmadım sözüne havanın ve uymaya karar verdim ona. Derken bir duş alıp çıktım dışarıya.
                Kıskanacak belki çok kişi ama ne yapayım burası böyle işte. İlkbahar olanca güzelliğiyle salınıyordu dışarıda, boy, pos endam yerinde ve dayanamıyor insanlar; atıyorlar kendilerini dışarıya. Beni de davet ettiği için teşekkür ettim havaya. Durakta beklemeye başladım halk otobüsünü…
                Fazla gecikmedi, 5 dakika içinde geldi ve ver elini menderes caddesine. Şehir içinden geçen İzmir yolu üzerindeki Çine tarafına ayrılan kavşaktan kuzeye doğru çıkan ana caddelerden birisidir ve cıvıl cıvıl olur her zaman. Bugün nasıl derseniz; ben bile şaşırdım görünce doğrusu. Genç, yaşlı, kadın erkek, çoluk, çocuk herkes caddede veya parklarda. Kısaca söylemek gerekirse herkes atmış kendini baharın koynuna ve baharla sarmaş dolaş yürüyorlardı.
                Durumu görünce dayanamadım ve kavşaktan döner dönmez indim caddede. Yürümek istedi canım. Yürüdüm bir kilometre kadar. Pazara gitmeyi geciktirmek için bahaneler arıyordu benim pelte kılıklı, hiç durmadan.  Kırmak istemedim onu da ve daha sonra gitmeye karar verdim. Epeyce uzun yürüyüş ayaklarımı açtı, kaslarım gevşedi, kendimi çok daha rahat hissetmeye başladım. Parklarda yer bulmak ne mümkün, girdim park alanına ve biraz bakındım çevreye; bir kalkan olur mu? Diye. Boş masadan geçtim boş sandalye aradı gözlerim. Şanslı günümdeydim demek ki, hemen arkamdaki bir gurup kalktı ve kurşun hızıyla yerleştim masaya. O yürüyüşün arkasından bu durum büyük bir durumdu; parayla pulla alınamayacak bir şeydi o an için. Kurula kurula oturdum biraz. Daha sonra sigara çakmak bıraktım masanın üzerine ve sipariş vermek için 10 metre önümdeki kasaya gittim. Az şekerli bir Türk kahvesi ısmarladım kendime. Niyetim biraz nefeslenip hemen arkamda duran 100 metre kadar ilerideki Pazar mahalline gitmeyi planladım içimden.
Yarım saat kadar kahve keyfi yaptım baharın kucağında, kalkıp yavaş yavaş Pazar mahalline doğru yol almaya başladım aheste aheste. Pazara girdiğim ilk anda otlu saç pidesi yapan kadını aradı gözlerim gene.  Gördüm, aynı yerinde duruyor ve müşterileri de bekliyordu. Önce bakındım çevreye ve “Kolay gelsin” dedim. Baktı bana öylesine, işiyle uğraşmaya başladı hemen. Ben de geç olur düşüncesiyle ayrılmak için yana bir adım attım ki: “Onlara yeni yapıyorum, isterseniz hazırda var” deyince dayanamadım ve döndüm geriye gülümseyerek “iki tane paket alabilir miyim?” deyince sarıverdi hemen iki adet ve poşete koyup uzattı bana. İkisine 3 lira verip ayrıldım yanından.
Tok olsam da yiyeceğim bunu diye geçirdim içimden. Karşıdaki kahveye baktım boş ne masa ne de sandalye var, yukarısındaki başka bir kahveye doğru yürüdüm. 20-30 metre var veya yok, kahve önünde kaldırıma ve yola atılmış sehpa ve tabureler gözüme ilişti. Oturdum hemen kaldırımda olan sehpanın başına. Pazar olduğu için yol trafiğe kapalı bugün. Pazarcıların araçları park edilmiş her tarafa. Poşeti bıraktım sehpaya ve önümden elinde tepsiyle geçen 40’lı yaşlardaki garsondan bir çay istedim. Tavşan kanı çayım geldi ve sehpanın üzerine bıraktı garson “afiyet olsun” diyerek. Bugünün yoğunluğundan olmalı, bitkin düşmüş adamcağız yorgunluktan. Neyse bir iki saati bulmaz artık sakinleşmeye başlar ortalık.
İlave bir çay daha istedim bir süre sonra. Otlu -ıspanak ve peynir- sac pidelerinin ikisini de bitirdikten sonra bir sigara telleyip çevreye bakınmaya başladım öylesine. Hareket oldukça fazlaydı, bazıları geliyor bazılarıysa ellerinde poşetlerle gidiyorlardı. Her yaştan insan bulunuyordu Pazar mahallinde. Oturduğum yer tam da dört yol kavşağının köşesinde olduğu için görüş alanım da oldukça genişti.
Otururken hiçbir planım ya da amacım yoktu aslında. Böyle bir yazı yazmak da yoktu aklımda. Planlanlamamıştım. Yanıma gelip oturan kişiyle de sohbet edemeyince dikkatimi tamamen çevreye vermeye başladım ister istemez. Adam 60 yaşlarında ve kendisine kahve söyledi. Benim ikramımı kabul etmeyerek.  Soğuk duruyordu, belki yapısı öyle bilemiyorum. Konuşkan bir kişi değildi anlayacağınız. Ben de birkaç denemeden sonra vazgeçtim konuşma çabasından.
Derken bir çocuk sesi duydum hemen önümden, gözlerim aramaya başladı sesi. Arkasından bir daha aynı ses ve yakaladım çocuğu. Karşı köşede L şeklinde bir manav tezgahının arkasından bağırıyordu çocuk. Olsa olsa 7-8 yaşlarında esmer, kara yağız, gözlerinin akı karşıdan bile çok belli olan sıska bir erkek çocuk. Dikkat etmeye başladım tezgahtaki durumları.
Çocuk arada bir müşterilerin istediklerini tartıp, poşeti kendilerine uzatıyor ve parasını alıyor.  Hemen tezgâhın önünde 30 yaşlarında esmer zayıfça ve orta boylu bir adam sürekli önündeki kasadan limonlar alıp bezle parlatıyor ve geri yerlerine koyuyordu. Anladım, çocuğun babasıydı bu adam. Tezgâhı oğluna bırakmış kendisi de tezgâhtan çıkarak başka işlerle ilgileniyor aynı zamanda da dışarıdan görenler için müşteriymiş havası yaratıyordu.
Çocuk ustalaşmış işlerde. Uzun süredir yapıyorlar demek ki aynı işleri. İşte burada böyle gailesiz oturup çevreyi gözetlerken çocuğun gözüme takılması bende bu yazıyı yazmak için malzeme toplamaya yöneltti.  Bir süre daha izledim onları ve başkalarını…
Artık kalkma zamanı gelmişti benim için. Daha fazla geç kalmadan birkaç şey almak istiyordum. Genellikle yeşillik türünde bir şeyler düşünmüştüm otururken.  Kendim yapacaktım yeşilliklerden oluşan yumurtalı ot kızartma yemeğini. Değişik bir deneyim olacaktı benim için. İlk defa böyle bir şey gelmişti aklıma ve yapacaktım. Pazar’ı dolaşırken ot türlerine göz gezdirdim hep de.
Önce ıspanak takıldı gözüme ve yarım kilo aldım. Çok temiz ve semiz duruyorlardı. Biraz daha yürüdüm, tere, roka, dere otu, maydanoz, ebe gümeci, bir baş kereviz-yapraklarıyla beraber- diğer saydıklarımdan da ikişer bağ aldım, bağı ellişer kuruştu. Ebegümecinden bir bağ aldım bir liraydı. Kereviz iki liraydı sanırım. Karnabahar altım 1 liraya, orta boydu. Başka da ufak tefek şeyler derken 5-6 kiloya çıktı ağırlık. Yeter ettim alışverişi.
Niyetim evdeki babama da otlu sac pidesi alıp götürmekti, ayaklarım oraya doğru gitti yine. Başka yerlerde de vardı aynı işi yapan kadınlar ama onlarda aynı pide 2 liraydı ben 1,50 liraya almıştım. Nihayet yarım saat kadar dolaştıktan sonra tekrar geldim pidecinin başına. Hemen göresiye “Kaç tane?” dedi. Gülümseyerek şaşkınlığımdan, 6 tane dedim. Kısa sürede ikişerli paketler halinde bir poşete koyup verdi bana ve parasını ödeyip “İyi günler” dileyerek ayrıldım.
Giderken çocuğun olduğu yere doğru yürüdüm tekrar. Çünkü yazmaya karar vermiştim dolaşırken. Kafamda senaryo tasarlanmaya başlamıştı. Aklımdan çıkmadı dolaşırken. Tekrar ilk oturduğum kahveye oturup bir az şekerli Türk kahvesi söyledim kendime. Yorgunluk kahvem olacaktı aklım sıra. “Benim pelte kılıklı çok akıllıdır canım, söz söyletmem, bakmayın ara sıra atışıyoruz ama gene de çoğuna göre iyi anlaşıyor sayılırız Pelte Kılıklı'yla. Hee he he! Güleyim bari. Emoji işini bilemediğim için Word de, böyle idare edin artık gülme anlatışımı.”
Elimdeki poşetlerin büyükçe olan iki tanesine yerleştirdim küçükleri; böylece dağınıklıktan kurtulmuş oldum. Sehpanın altına yerleştirdim hepsini ve kahvem de geldi hemen. İlk höpürtümü alıp bıraktım tekrar fincanı. Kahveyi bırakıp geri ocağa dönen aynı garson kapının önüne varınca küçük bir çocuğa çıkışmaya başladı. Çocuğu uzaklaştırdı biraz ses tonunu yükselterek. Çocuk 3-4 yaşlarında erkek, üstü başı batık, elinde şişirilmiş mavi bir balonla oynuyordu kapalı olan yolda.
60 yaşlarında birisi sordu garsona “Neden azarladın çocuğu?” diye.  Sakince anlatıverdi ona çocuğun yaptığını. Sehpa başında iki kişi arkası kahvenin camına dönük oturuyorlarmış. Hemen yanlarında bir adet langırt masası var ve langırtın bitişiğinde de kahvenin tuvaleti var derme çatma sonradan ilave edildiği her halinden belli. Dar bir kapısı görünüyor eminim yalnızca küçük su dökmek için pisuvarı vardır.
Küçük çocuk oturan iki adamın arkasında, langırt masasıyla camın bitişindeki duvara işemiş. Adamlar “Şırıltı geliyor bir yerden, su şırıltısı” diye garsona seslenmişler. Tuvalette musluk açıldı diye düşünerek demişlerdir mutlaka.  Garson geldiğinde ne görsün, çocuk pipisini yenice donunu içine koyarken görmüş ve çocuk hızla uzaklaşmış oradan. Anlayacağınız oturan iki adamın arkasındaki kahve duvarına işemiş çocuk. Azarlamasının sebebi onun içinmiş. “Bir daha gelme buraya” demiş öncekinde tekrar görünce daha kızgın gibi görünerek uzaklaştırmış oldu çocuğu.
Baktım çocuk tezgâha doğru gidiyor ve tezgâhın başındaki çocuğa “Abi, abi” diye bağırdı. Anladım ki kardeşler. Bitişiklerinde bir de patates soğan tezgâhı vardı, orası da annelerinin tezgahıymış. Kısaca aile boyu esnaflar ve herkes işbaşında bugün.
Daha farklı şeyler düşündürdü bana gördüklerim. Yaşamın zorluklarının nasıl aşıldığı ve bu zaman sürecinde küçük, büyük, çoluk, çocuk demeden herkes kendi işiyle meşgul ve kimsenin kimseye bakacak hali yok. Herkes kendi sorununu kendisi çözmek zorunda kalıyor.
Duvara işeyen çocuk: kendi sorununu kendisi kendine göre en uygun şekilde çözdü ve verdiği karar bence de en doğrusuydu. Empati yapınca fazla seçenek olmadığını görüyorum. Var olan tuvalete girse pisuvara yetişemeyecek boyu ve yere işemek zorunda kalacak, ya orada yakalanırsa; nasıl kaçabilecek? Kesin tokat yiyecek. Yaptığı yerde ise fark eden olsa bile yanına biri gelinceye kadar çoktan langırt masasının arkasından tuvaletin önünden kaçıp gidecek.
Abisi ise daha bu yaşlarda yaşam mücadelesine katılmış istese de istemese de. Başka bir seçeneği yok zaten. Yaşıtı arkadaşları sokaklarda hava atarak dolaşıp futbol oynarken ya da kızlarla gezerken o çocuk bunların hepsini ertelemiş ileriki yıllara ve işinin başında babasıyla beraber, anasıyla beraber; onların yaptığı aynı işi yapıyor.
Böyle düşününce işin psikolojisini düşündüm ister istemez. Benim hoşuma gitti çocuk. Kendi yaşam kesitimden dolayı tanıdık geliverdi birden bana. Çocuk kendinden emin ve yaptığı işini en iyi yapmaya çalışıyor. Müşteriler bir şey söylediğinde kendisi cevaplandırıyor sürekli. Babası yabancı gibi duruyor. Müşterilerden çoğu babası olduğunu bile bilmiyor belki de. Bu çocuk ileride önemli bir sorun yaşamazsa başarılı biri olur eminim. Kardeşi de onu örnek alır ve devam eder gider yaşam. Koruma kavramı bu ailede ortadan kalkmış. Tabii ki bahsettiğim koruma, çocuğun her şeyine müdahale eden ebeveyn, her şeyin en doğrusunu bilen ebeveyn koruması yok. Herkes kendine göre biliyor ve uyguluyor sonunda da sonuçlarına katlanıyor.
İşte yaşamın kuralı bu. Yaşam bizi aldığımız kararlardan dolayı sorumlu tutuyor. Bazen uyarıyor, bazen cezalandırıyor bazen de -çok seyrek olsa da- ödüllendiriyor. Siz ne dersiniz bilemiyorum ama benim düşüncelerim bunlar.
Bu yazıyı Pazartesi saat 20 sularında yazmaya başladım yemeği yedikten sonra. Aldığım otları yaptım yumurtayla, çok nefis oldu. Hoşumuza gitti. Tarifini daha sonraki yazıda vereceğim. Ve ilk defa bir yemek tarifi olacak bu tarif. Birkaç gün kendimde bir test edeyim önce; eğer gıda zehirlenme falan olmazsa tarifi de yazarım o zaman. Haa! Komşulara da verdim. Onları da gözetlerim birkaç gün. Sizin durum garantiye biner. Çünkü hayatımda ilk defa böyle bir şey yaptım ve yedik afiyetle.
Neden bu yazı pazartesiye kaldı?
O çocukların ve ailenin durumunu düşünürken kederlendim biraz kendi çocukluk anılarım tazelendi birden. Yokluk, yoksulluk, yalnızlık, kimsesizlik yıllarıydı o yıllar. Eve gelince hemen elimdekileri buzdolabına yerleştirdim, bir demlik çay demledim kendime ve bir özlem, hasret anlatan yazı yazmak geldi içimden ve  Adı Hasret, Soyadı da Hasret.  Ortaya. Bu nedenle çok geç kaldım. 11:08’ de yayımlayabilmişim yazıyı. Bu yazıdan sonra biraz da sitedeki bildirimlere, başka yazılanlara, paylaşımlara göz attım. Biraz facebook derken saat 01 civarını buldu. İşte bu gözlem yazısının geç kalmasının nedeni bu sevgili misafirler.
Çok uzadı bu yazı. Daha başka yazmak istediklerim de vardı ama burada keseyim artık sizleri de fazla sıkmamak adına.
Şimdilik hoşça ve sağlıkla kalın. Bir dahaki yazıda buluşuncaya dek.
06-03-2017
Halil GÖNÜL😉
Görsel: Pixabay.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.