Salı, Kasım 21, 2017

Mektup-12-O papağan Benim

Ben

Hayatın Cilvesi

                Sevgili Cevcet,
                Sevincimi anlatamam sana, tarifi yok çünkü hakkında okuduğum şeylerden sonra. Bu kadar yıllar geçmesinin ardından bu kadar zalimliklerin arasında güzel şeyler de varmış demek ki. Elbette hanımların durumundan çok etkilendim ve senin yerine kendimi koyunca başım döndü, gözlerim karardı; neyse ki şansın yaver gitmiş sonunda. Tebrik ederim her ikinizi de her ne kadar yüz yüze tanışmasak da tanışmış kadar oldum mektubunu okuyunca.
                Aslına bakarsan mektubunu okuduğumda hemen kalkıp gelesim geldi ama şartlar işte, bırakmıyor ki her istediğimizi istediğimiz anda yapalım. Ama bir gün mutlaka gelmek istiyorum.
                Hayatın cilvesi denilen durumu yaşamayan yoktur her halde, mutlaka bir kez dahi olsa her yaşamda vardır bu cilvelerin izi ancak bazı cilveler çok ağır geliyor insana ve al aşağı ediveriyor o anda ve neye uğradığına şaşırıyor insan. Benim de başımdan geçenler oldu elbette ama şimdi sırası değil bunların. Daha sonraki mektuplarda veya geldiğimde görüşürüz mutlaka.
                Cevcet’ciğim, yüksek lisans tezin oldukça ilgimi çekti ve şöyle bir araştırdım internetten; oldukça ilginç şeylere rastladım ben de. Nereden aklına geldi bu tür bir konu bilemiyorum ama bence de isabetli olmuş. İnsan yaşadığı zamanın havasını soluyor değil mi?
                Ne ilginç, şu Nasrettin Hoca’nın papağanını bana da anlatmıştı Ankaralı bir arkadaş askerlik sırasında İstanbul’da aynı evde kalırken. Yedek subaydık komşu birliklerde ve tesadüf olarak birliklerdeki ilk haftamızda ev aradığım duyulmuş ve bu arkadaşı başka bir yedek subay arkadaş önermişti; birlikte aynı bölüktelermiş. Öneren arkadaş İstanbullu idi.
                Neyse uzatmayayım, ben evi tuttum ve birlikte kalmaya başladık. Bir gün Bakırköy’de kafeteryada çay içerken anlatmaya başladı fıkrayı. Çok severdi fıkra anlatmasını, tabii iğnelemesini de fıkralar aracılığıyla. Anlayamazdım bazen iğneleyip iğnelemediğini. Gülüşürdük birlikte.
                Nasrettin Hoca bir gün papağan çıkarmış pazara ve kendi hazırladığı tezgâh üstünde sergilemeye başlamış kuşlarını boy boy, kıymetlerine göre. Diğerlerinden hiç de farkı olmayan papağanın birisi en yüksekte ve bir ağaç dalı üstünde duruyor gelene geçene gülücükler dağıtıyormuş durmadan.
                Meraklıları da sorarlarmış kuşların marifetlerini, değerlerine göre. Bir müşteri yavaşça yanaşmış tezgâha ve Sormuş Nasrettin Hoca’ya: “Bunun diğerlerinden hiç farkı yok ama sen uçuk bir fiyat etiketi koymuşsun, nedir bunun marifeti de bu fiyatı istiyorsun Hoca Efendi?”
                Nasrettin Hoca tepeden tepeden bakmış müşteriye, elini en yüksekteki en pahalı papağana uzatarak bir ayağını çekmiş ve İngilizce konuşmaya başlamış, diğer ayağını çekmiş Almanca konuşmaya başlamış derken müşteri hem şaşırmış hem de meraklanmış elini uzatmış papağana doğru: “peki iki ayağını çekersem…!” cümlesini bitirmesine fırsat vermeden papağan cevabını yapıştırmış: “Düşcez ulen enayi düşcez!” demiş ve müşteri mosmor kesilmiş sinirinden: “terbiyesiz, saygısız…” söylene söylene yürüyüp kaybolmuş Pazar yerinde.
Meğer papağan benmişim arkadaşa göre; benim şiveme ve biraz Almanca biraz da İngilizce bilmeme taş attı anlayacağın; uyarlamış fıkrayı. Epeyce gülüşmüştük anlattığında.             
12/
Görsel: Google Görseller

4 yorum:

  1. Güzel bir paylaşım olmuş :)

    Bu arada son yazımda sizi mimledim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Mücahit Doğan, teşekkür ederim yorum ve mim için. Bir kaç gün için telaşlı olacağım babamın sağlık raporu için, Manisa, Alaşehir, Aydın derken cuma gün için biteceğini düşünüyorum işimin. biter bitmez ilk fırsatta mim'i hazırlayacağım. Pazar dahil yazılarımı planlamıştım önceden.

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.