Pazartesi, Nisan 16, 2018

Kaşık-55-Devlet Kumanyalarımızı Verdi

“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”

"Yemek Masası"
BÖLÜM-55-

“Devlet, Kumanyalarımızı Verdi, Yeter Bize.”

            Muhtar kendisini birazda olsa rahat hissetti bu cümleleri duyduğu için. 
          Sanki kendisiyle birlikteymiş gibi nasıl da biliyordu koskocaman komutan. Boşuna yıldızlar yok adamın omuzunda.                              Gözlerindeki parıltılar da duruyordu kocaman gözlerinde. Gözlerini kırpmadan kendisine bakan bu gözler ilk anlardaki kadar rahatsız etmiyordu artık muhtarı.
            Hiç korkmadan baktı komutanın gözlerinin içine:

              “komutanım, sanki buradaymışsınız gibi tarif ettiniz durumu. Aynı dediğiniz gibi henüz daha ayrılamadım doktorun ve kıymetli öğretmenimizin başından. Ne ihtiyacı olursa, doktora yardım etmeye çalışıyoruz elimizden gelen kadarıyla. Tüm köy seferberdir bu durumla ilgili. Birazdan köylüyle konuşurum izin verirseniz eğer ayrılmama.” Derin bir nefes aldı; hiç nefes almadan konuşmuştu ve nefesi tükenmiş boğulacaktı sanki.
            “tamam, muhtar, dediğin gibi yapalım. Biz yemeğimizi yerken sen de topla bakalım şu köyü meydana. Çoluk, çocuk, kundaktakilerin haricinde emekleyen de dâhil buna; herkesi topla. Anlaşıldı mı muhtar?”
            “emredersiniz komutanım, hemen yapacağım. Bu arada sizlere yemek de hazırlayalım, Allah ne verdiyse. Afiyetle yiyin ben işimi bitirinceye kadar.” Komutanın gözlerinin içi gülmeye başladı sanki.
            “sağ ol muhtar, yemek için zahmet etme sen, diğer işi hallet yeter. Biz kumanyamızla geldik buraya ve size yük olmayalım. Devlet bize verdi kumanyalarımızı.”
            “o ne biçim söz komutanım, sizler bizim tanrı misafirimsiniz. Yük olmak da neyin nesi, başımızın üstünde yeriniz var. Bizim için uğraşıp çabalıyorsunuz, bu kadar yol tepip geldiniz buralara kadar. Siz söylediniz ya. Çok doğruydu o sözünüz: ‘Tanrı’nın bile unuttuğu bir köy’ burası.”
“boşuna nefesini tüketme muhtar, yemek işi yok, ne dediysem o. Bizim kumanyalar bize yeter. Yük olmak dediysem de alınma, lafın gelişi yani. Sizlerin bir şey esirgemeyeceğinizi ben biliyorum, emin ol bundan. Şimdi vakit kaybetme de işine bak. Hep beraber işimizi yapalım. Olur mu?”
Komutanın yumuşamaya başlayan tavrı rahatlattı muhtarı. “siz daha iyisini bilirsiniz komutanım, ne diyeyim. Teklif benden.  Aslına bakarsanız köy duyarsa bu durumu benim yüzüme tükürürler. ‘bi komutanın karnını bile doyurmadın diye’ bilin diye söylüyorum. Emriniz üstüne, boynum kıldan ince.”
Muhtar odadan dışarıya çıkar. Haber salar tüm köye: “Yürüyebilen tüm insanlar kadın, erkek meydanda toplansın” diye.  Herkes toplanıncaya kadar çavuş da masanın üzerine kumanyalarını çıkarır, komutanın kumanyasını masanın üzerinde bırakır, diğer askerlerin ve kendisinin kumanyasını yan duvara yaslı duran duvar boyunca uzanan tahta ranzanın üzerine dizer aralıklı olarak. Çağırdı çavuş dışarıda bekleyen askerleri de. On kişi kadar varlardı. Tek sırada girdiler içeriye. Tüfeklerini emen kapının önüne çattılar. Komutana selam vererek girdiler içeriye.
Tam da herkes içeriye girmiş kumanyalarını açmaya uğraşırlarken orta boylu esmer, kara kuru, gözleri yuvasından fırlamış birisi girdi içeriye elinde küçük bir sini, üzerinde demlik ve çaydanlık; buhar çıkıyor ümzüklerinden altlı üstlü, bir de toprak bardak ve taslar vardı. İçeriye daldı kimseye bir şey demeden ve komutanın oturduğu masaya bıraktı siniyi. Komutana döndü, “hoş gelmişsiniz komutanım”  hafif yan dönerek “Mehmetler, sizler de hoş gelmişsiniz, sefalar getirmişsiniz.” Deyip arkasına bakmadan çıkıp gitti.
Çavuş, siniyi aldı komutanın önünden.  Çay isteyene çay, ayran isteyene ayran doldurdular ve kumanyalarını yemeye başladılar. Ne kadar da iştahla yiyorlardı. Çayın kokusu yayıldı bir anda nem kokulu rutubetli odaya.

                                                                                                                   
Devam edecek...
Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.